31 Aralık 2009 Perşembe

Ev Yapımı TopTop-Kekler

  Afia Gıda'nın ürünlerinden temin edebildiğim zamanlarda çikolatayla hasret gideriyorum :) Afia Gıda, Türkiye'de, ürünlerinin tüm içeriğini sağlığa uygunluk ve helal sertifikalarıyla sunarak hizmet eden bir firma. Ürünlerinde kullandıkları yardımcı maddelerin çoğunu Malezya'dan helal sertifikalı olarak alıyorlar, Malezya dışından olanların da sertifikaları web sayfalarında mevcut. Ancak her markette ürünleri henüz bulunmuyor, belli satış noktalarından (sitede belirtilmiş) edinebiliyorsunuz. Ben de bu sefer elime geçen bir miktar sürülebilir çikolata (kakaolu fındık kreması) ile çikolatalı muffin yapmak istedim. İlk denemem çok başarılı değildi, çünkü çikolatayı muffinin ortasına nasıl koymam gerektiğini tam olarak bilmiyordum. Gül ablacım sağolsun pek bir güzel anlattı nelere dikkat etmem gerektiğini. Ben de Gül ablanın muhteşem muffin tariflerinden biriyle bir çikolatalı muffin denemesi daha yaptım.
   Hamur normalden biraz fazla oluyor (yaklaşık 25-30 muffin), ben de yarısını Malatya Pazarı'ndan aldığım kekler için hazırlanmış kuru meyve karışımı ile meyveli kek olarak yaptım. Her ikisi de çok sevildi, hatta evde yaptığım en güzel muffin ilan edildiler :) Flickr'a da fotoğraflarını koyunca tarifini soranlar çoğaldı. Gül ablaya tekrar teşekkür ederek şimdi onun tarifini sizlerle paylaşıyorum. İşte ev yapımı toptop keklerimiz :)

  Uzun süredir kullandığım Soft Bowl muffin kalıbı ile yaptığım bu muffinleri davet edildiğim SoftBowl kek etkinliğine (http://softbowlsilikonkekkaliplari.blogspot.com/) gönderiyorum.
  Malzemeler:
1 su bardağı şeker
3 yumurta
minicik tuz
1 paket vanilya
150 gr tereyağ (oda sıcaklığında)
1/2 çay bardağı sıvıyağ
1 su bardağı süt
1 portakal kabuğu rendesi
1 portakalın suyu
1 tatlı kaşığı kabartma tozu
3 su bardağı un
Ortası için: Afia Kakaolu Fındık Kreması


  Yapılışı:
*Şeker,vanilya,tuz,portakal kabuğu rendesi,yumurtalar 3 dk boyunca çırpılır.
* Tereyağ,sıvıyağ,portakal suyu eklenip çırpılır.
* Süt eklenip çırpılır.
* Un ve kabartma tozu elenip karışıma eklenip çırpılır (normal kek hamurundan koyu kıvamlı olacak).
* Muffin kalıbına 1 yemek kaşığı karışımdan konulur. Ortası çay kaşığı ile oyuk şeklinde açılır.
* Üzerine 1 tatlı kaşığı çikolata konur.Üzerine tekrar 1 yemek kaşığı karışımdan konulup üst kısım kapatılır. Dilediğiniz gibi süslenir (file badem kullandım, piştikten sonra toz fıstık serptim)
* Diğerlerinede aynı işlem uygulanıp 175 c de yaklaşık 25-30 dk pişirilir. (çok fazla pişkin olmasın)



  Hamurun bir kısmını meyve kurusu ile karıştırıp, yine SoftBowl -buz kalıbı olarak da kullandığım- mini muffin kalıbına önce biraz kavrulmuş fındık kırığı koyup üzerine muffin hamuru ve en üstüne birer yaban mersini koyarak pişirdim. Bu kalıpları ilk kullanım dışında yağlamadan kullanabildiğim ve temizlemesi çok kolay olduğu için çok seviyorum.
*Denemek isteyenler için notlar: -Tarifte 3 damla portakal esansı da vardı, ben kullanmadım. -Yaban mersinini en üste koyduğunuzda pişerken biraz kuruyor, 15 dk kadar ılık suda beklettikten sonra koyarsanız bu sorun olmayacaktır.

30 Aralık 2009 Çarşamba

Meyve Kurusu-2

   Yarından başlayarak 4 gün tatil olunca ders çalışmak için acele etmiyorum :) Bir süre önce mısır çarşısına yeniden gitmiştim, yeni meyve kurusu fotoğrafları çekmiştim şimdi fırsattan istifade onları ekleyeyim dedim. Neredeyse tüm çeşitleri çekmiş oldum ama çekemediklerim de var, çünkü Malatya Pazarı o kadar kalabalık oluyor ki fotoğraf çekmek için durduğunuzda ırmak gibi akan insan kalabalığı sizi sürüklemeye başlıyor :)
Meyve kurusu-1 ve evde meyve kurusu yapımına buradan ulaşabilirsiniz.
İşte başlıyoruz, bunlar üzerine bir adet domates kurusu düşmüş greyfurt kuruları:


*Kivi kurusu:

*Kavun kurusu:

*Hindistan cevizi kurusu (aslında bembeyazlar ama ışıktan dolayı biraz sarı çıkmışlar)

*Ananas kurusu (en sevdiğim :) :

*Mango kurusu (bunlar da çok güzel oluyor, kayısıyı andırıyor tadı) :

*Bunlar da hepsinden biraz tatmak isteyenler için karışık kuru meyveler:


  Ve bitti :) Keklere koymak için küçük küçük doğranmış kuru meyve karışımı da satılıyor ondan biraz almıştım,  geçen pazar günü yaptığım "özel üretim çikolatalı :)" muffinlerin bir kısmına çikolata yerine bu karışımdan kattım. Evde o kadar beğenildiler ki, hazır top-keklerden daha güzel ve lezzetli olduğunu söylediler. Softbowl etkinliğine göndereceğim muffinlerin tarifi için Gül ablama buradan tekrar teşekkürlerimi gönderiyorum...
  Çocuklar için yapay ve bir sürü sağlıksız ve şüpheli boya ve katkı maddesi içeren şekerlemeler yerine bu birbirinden lezzetli değişik meyve kuruları muhteşem bir alternatif!
  Önceki yazımın sonundaki söylemlerimi tekrarlayarak bitiriyorum:
  Dışarıdaki süslü ve sağlıksız ürünlerin sağlıklı ve nefis alternatifleri gerçekten var. Yeter ki biz kendimizi ve neslimizi düşünüp, üşenmeyelim, araştıralım ve mutfaklarımıza girelim! Evet sanırım yeni bir slogan buldum: Haydi sağlıklı nesiller yetiştirmek isteyen hanımlar, mutfağa! Çünkü hayatımızı ve ruhumuzu boğazımızdan geçenler şekillendiriyor...

27 Aralık 2009 Pazar

Handenur Final Haftasında :)

Sevgili arkadaşlarım, yazılarıma gösterdiğiniz ilgiden, samimi sorularınızdan, günden güne artan ziyaretçi sayılarından ötürü hepinize teşekkür ediyorum. Bir 4. sınıf öğrencisi olarak en ama en yoğun dönemlerden birine girmiş bulunuyorum, ders çalışmaya vakit ayırmam gerekiyor, ama hepinizin sorularını listeledim, inşallah ilk fırsatta hepsiyle ilgili yazmaya çalışacağım. Final döneminden sonra şu başlıkları ele alacağım, eklememi istediklerinizi lütfen paylaşmaktan çekinmeyin..:)
* Biberiye bitkisi ve yağı/kullanılışı
* Kahve kreması içeriği incelemesi
* Gıda boyaları konusu-Cochineal-Karmin
* Beta glukanlar konusu
* Yaban mersini meyvası nedir-ne değildir doğru ve yanlışlar/kullanılışı ve yaban mersini yaprağı drogu
* Kontakt dermatit-egzama konusu
* Emülgatör nedir
* İstanbul'da araştırıp güvenerek yemek yediğim mekan önerileri
* Jelatin konusu
* Domuz gribi ile ilgili olarak, Genç Havan dergisinde yer alan, farmasötik mikrobiyoloji ve immünoloji hocamız Prof. Alev Gerçeker'in röportajı
* Peynir mayaları ve peynir dosyası
* Meyve kurusu-2 yazısı



Dua bekleyen kardeşiniz Handenur'dan kucak dolusu sevgiler...:)
Suz-i dilara-nâm kardeşinizi de unutmayınız:)

25 Aralık 2009 Cuma

Margarinler Sağlığı Tehdit Ediyor

    Margarin ile ilgili yazımdan sonra sizlerle, gıda mühendisleri ve gıda mühendisliği öğrencilerinin paylaşımda bulunduğu bir forumdan alıntıladığım bir yazıyı paylaşmak istiyorum. Pazartesi günü başlayacak olan finallerim dolayısıyla bir süre sık yazı ekleyemeyeceğim ancak yorumları cevaplamaya çalışacağım. 
    Dikkate alınması gereken bir yazı... Hepinize sağlıklı keyifli günler dilerim...
http://www.gidabilimi.com/forum/26-bitkisel-yalar/3870-margarin-kullananlara-uyar
"Merhaba arkadaşlar,
Aşağıdaki yazıyı yorumsuz olarak yayınlıyoruz... Yorumu olan var mı? Ya da eklemek istediği olan var mı?....

Özellikle çocukların çok sevdiği ve fast foodların vazgeçilmezi olan margarinler için uzmanından çok önemli uyarı geldi
Medical Park Göztepe Hastanesi'nden Beslenme ve Diyet Uzmanı Gizem Keservuran,
tabiatta normalde bulunmayan trans yağ içeriği yüksek bu ürünlerin doğal olmaktan uzak olduğunu söyledi.

Margarinlerin oda sıcaklığında erimeden ve bozulmadan uzun süre kalabileceğini belirten Keservuran,
"Kimyasal içerikleri oldukça yüksek olduğu ve doğal olmadıkları için karınca dahi yanına yaklaşmamaktadır; çünkü margarini bir besin ve gıda olarak görmemektedirler. Böcekler dahi kimyasallardan uzak dururken, insanlarımızın mutfaklarında hâlâ margarin bulundurmaları düşündürücüdür!" diye konuştu.

Keservuran, tüketicileri uyararak, "Türkiye'de içinde hidrojenize yağ bulunan gıdaların paketinde bu 'hidrojene nebati yağ' olarak ifade ediliyor; ancak buna bile çok az pakette rastlanıyor. Ülkemizde bu konu ile ilgili yasal düzenleme olmadığı için çoğunlukla etiket bilgilerinde bu ibareye yer verilmiyor. Etiket bilgileri okunurken bilinçli olunmalı; etiket bilgilerinde 'hidrojene bitkisel yağ' ibaresini gördüğünüzde o ürünün trans yağ asidi içerdiğinden emin olabilirsiniz." dedi.
Hidrojenlenmiş yağların doğal olmadığını, kimyasal işlem görmüş yağlar olduğunu ifade eden Gizem Keservuran, trans yağ asitlerinin sebep olduğu rahatsızlıklara dikkat çekti ve ve şu uyarılarda bulundu: "Vücuda alınan fazla enerjinin yağ olarak depolandığını biliyoruz; vücutta dolaşan yüksek miktarda kötü huylu kolesterol karaciğerle başladığı harabiyeti tüm organlarımıza yaymakta ve zincirin halkaları dağılmaktadır."

Tereyağında da trans yağ olduğu doğru mu?

Doymuş yağ oranının tereyağında daha yüksek olduğu doğrudur; ancak margarinlerin trans yağ asidi içerikleri hâlâ tereyağına oranla daha fazladır ve
en önemli nokta margarinler 'yapay'dır. Ayrıca, sağlık açısından zararlı olarak bilinen doymuş yağların (tereyağ, peynir, kaymak) bile vücutta bir işlevi vardır. Hidrojen yapısı değiştirilerek üretilen trans yağlar ise kesinlikle vücutta hiçbir işleve sahip değildir.

Hazır gıdalarda neden margarin tercih ediliyor?

Fast food restoranlarında ve büfelerde kullanılan kısmi hidrojenize kızartma yağları, trans yağların bulunduğu önemli bir kaynağı oluşturuyor. Bu yağlar, tekrar tekrar kullanılabildikleri ve daha ucuz oldukları için tercih ediliyor. Bir diğer önemli trans yağ asidi kaynağı ise; bisküvi, çikolata, kek, gofret, mayonez ve cips gibi ticari ürünler... Ürünlerin içindeki yağ oda sıcaklığında erimemekte, ayrıca ürünün raf ömrü uzamaktadır."

24 Aralık 2009 Perşembe

Vaginit ve Laktobasiller

  Değerli okuyucularımdan biri yorumlarda "acidophilus" ile ilgili bilgi istemiş ve kadın hastalıklarında, fungal enfeksiyonlardaki yeri ve kullanımını sormuş. Bunun üzerine öncelikle kadınların sık olarak karşılaştığı bir rahatsızlık olan "vaginit"i ele almak gerektiğini düşündüm. Sonra acidophilus'un kullanımından bahsedelim.
  Vaginit, vagina (kadın üreme organı) nın enfeksiyöz/enflamatuvar bir hastalığıdır. Genel olarak belirtileri şunlardır:
  -Vagina ve vulvada kaşıntı,
  -Vaginal akıntı, renk ve kıvam değişikliği,
  -Hoş olmayan koku,
  -Ağrı (idrar yaparken-disüri, coitus (cinsel birleşme) sırasında ağrı-disparoni)
  En sık rastlanan vaginit tipleri 3 tanedir:
  -Bakteriyel vaginit
  -Trikomonal vaginit
  -Kandidal vaginit (fungal-mantar)
  Vaginitin çeşitlere ayrılmasında vaginite neden olan mikroorganizmanın türü önemlidir. Ancak her üç vaginit tipine de yol açan sebepler ve rahatsızlıkta görülen şikayetler benzerdir. Yalnızca tedavide kullanılacak ilaç vaginit çeşidine göre değişebilir.
  Vaginite yakalanmamak için veya tekrar oluşmasını engellemek için öncelikle non-farmakolojik (ilaçsız/genel önlemler alark) tedaviyi her birey kendi kendine uygulamalıdır. Bunun için de vaginite ortam oluşturan faktörler bilinmeli ve vücut bakımı bunlar göz önüne alınarak yapılmalıdır. Vaginite meydan vermemek için alınabilecek birincil önlemler:

  • Mantar nemli ortamda büyüdüğü için genital bölgenin kuru tutulması gerekir. Islak mayoyla oturulmamalı, pamuklu iç çamaşırı giyilmeli, giyinmeden önce genital bölge iyice kurulanmalıdır. Hava almayan dar ve sıkı pantolon ve taytlar giyilmemelidir. Sıkı ve nem tutan çamaşırlardan kaçınmak gereklidir.
  • Barsak bölgesinde, normal koşullarda kendiliğinden bulunan ancak vagina bölgesine ulaştığında hastalık yapabilen bakteriler bulunur. Bunların sürüklenerek vaginaya geçmemesi için tuvalet temizliği (özellikle kız çocuklarının temizliğini yaparken) önden arkaya doğru silinerek yapılmalıdır.
  • Vaginit, alerji yapan veya tahriş eden maddelerle temas ile de oluşabilir. Alerji nedeni sabunlar, parfüm, bariyer kontraseptifler, parfümlü mendiller olabilir. Bu nedenle alerjik vaginitten kaçınmak için kokulu-parfümlü tuvalet kağıdı, kokulu ve renkli sabun, kokulu pedleri kullanmamak gerekir.
  • Vaginanın florası (doğal olarak vagina civarında yaşayan zararsız/yararlı mikroorganizmalar) bozulursa da vaginit meydana gelebilir. Aşırı antibiyotik kullanımlarında barsak, ağız ve vagina florasındaki yararlı bakteriler de harap olarak bu bölgeler savunmasız kalırlar. Vaginanın doğal asidik dengesinin bozulması da bu bakterilerin yaşam ortamını etkileyerek vaginite neden olabilir. Bu sebeplerden ötürü alkollü mendiller-köpüklerle vagina temizliği yapılmamalıdır. Aşırı sabun ve hijyenik kadın spreyleri kullanımı da bakteriyel doğal ortamı bozar. Bu bölgenin temizliği için en ideali sadece su ile sık sık temizlenip kurulanması şeklindedir.

   Vagina florasındaki en önemli mikroorganizma grubu Laktobasiller (Lactobacillus acidophilus) dir. Bu bakteriler laktik asit üreterek pH'ın (asitlik derecesinin) 3.8-4.2 arasında kalmasını sağlarlar. Ve Laktobasillerin salgıladığı Hidrojen peroksit, patojen (hastalık yapıcı) mikroorganizmaları öldürür. Bazı durumlarda bu Laktobasillerin sayısının azalmasıyla enfeksiyon olasılığı artar. Bu durumlardan bazıları, 

  • Antibiyotik kullanımı (geniş spektrumlu antibiyotik kullanımında zararlı olanların yanında yararlı olanlar da ölür), hormonal değişikliklerin yaşandığı adet ve gebelik dönemleri, doğum kontrol ilaç ve gereçleri, stres, cinsel ilişki sıklığı ve cinsel yolla bulaşan hastalıklardır.

  Gördüğümüz gibi vücudumuzda tüm evrende olduğu gibi hiçbir şey gereksiz yere bulunmaz. Bu yüzden olabildiğince vücudun doğal dengesine gereksiz kimyasal kullanımıyla müdahale etmemek gerekir.
  Lactobacillus acidophilus; vücuda alınan süt proteinlerinden laktik asit üreterek çalışır. Bu yüzden vaginit tedavisinde hastalara bol yoğurt yenmesi önerilir. Böylece L. acidophilus sayısını arttırmak hedeflenir. Bunun dışında dışarıdan Laktobasil veya asetik asit içeren preparatlar verilerek de takviye sağlamak amaçlanır. İşte arkadaşımızın bahsettiği acidophilus bu nedenlerle kullanılan mikrobiyal bir ilaçtır.
  Laktobasil takviyesi dışında antifungal ve antimikrobiyal ilaçlar ile de tedavi sağlanır. Ancak genelde lokal (bölgesel) tedavi tercih edilmelidir, çünkü sistemik tedavinin (oral/ağızdan antibiyotik kullanımı) lokal tedaviye pek bir üstünlüğü olmadığı araştırmalarda görülmüştür. Ayrıca ağızdan antibiyotik kullanımı tüm vücudu etkileyeceğinden bölgesel bir hastalık olan vaginitte tercih edilmesi yarardan ziyade, sağlıklı olan bölgelere gereksiz yere antibiyotik uygulanmış olacağından yan etkileriyle zarar oluşturabilir. Ayrıca lokal kremler sistemik tedavi sağlayan ilaçlara göre daha ucuzdur.
  Vaginit tedavisinde kullanabileceğiniz ilaçlar için; öncelikle doktorunuza muayene olup hangi tür vaginit olduğunuzun belirlenmesini sağlayın ki gereksiz-yararsız tedavileri boş yere almayın. Hafif bir rahatsızlık geçiriyorsanız eczacınızdan konu ile ve ilaçlar ile ilgili yardım isteyebilirsiniz. Ben burada ilaç ismi vermeyeceğim.
   Kadınların %75'i yaşamları süresince en az bir defa vaginit olurken, bunların %40'ında bu rahatsızlık tekrarlar. Çoğunluğu önemsemeden bu dönemleri atlatsa da dikkate alınması gereken bir rahatsızlıktır. En önemlisi kişisel hijyene dikkat etmektir. Ancak hijyeni de saydığımız nedenlerden dolayı abartmamak, doğru yapmak gerekir.
  Okuyan bayanların çok faydalanacağını umduğum bir yazı olduğunu düşünüyorum, bu soruyu sorarak bu konuyu ele almama vesile olduğu için soran arkadaşımıza teşekkür ediyorum. Beta glukan sorusunu ise başka bir yazıya bırakıyorum. Bu konu ile ilgili başka sorularınız olursa yorum veya mail yoluyla ulaştırabilirsiniz. Hepinize sağlıklı, keyifli günler diliyorum....
**Bilgiler farmakoterapi ders notlarımdan derlemedir.

23 Aralık 2009 Çarşamba

Margarinler (=Hidrojene Yağlar)

  Anneannem bundan 50 sene öncesini anlatırken margarinlerin yeni çıktığı dönemlerden bahseder, anlatırken de "biz o güne kadar böyle bir yağ hiç duymamıştık, bir gün hızla margarin reklamları çıkmaya başladı" der. Halk o dönemde müthiş bir itici kuvvetle bu margarinlere yöneltilmiş, diğer yağlara göre ucuz olması da alımını arttıran nedenlerdenmiş.
  Günümüzde de margarin ucuz olması ve özellikle hamur işlerinde iyi sonuçlar verdiği için tercih edilmekte. Ama 50 sene öncesine nazaran bilinçli bir kitle şu anda margarinden son süratle uzaklaşıyor. Bitkisel denilen bu yağın nasıl olup da katı olduğu soru işaretiyle başlayarak margarin üretimi konusunda kulaktan dolma da olsa herkes artık birşeyler biliyor ve temkinli yaklaşımlar artıyor. Bunu gören üretici firmalar ise bazen (tüm meslek etiğini kenara itip bu ürünleri desteklemeyi nasıl göze alıyorlar anlamıyorum ama) çeşitli profesörleri reklamlarında oynatarak, bazıları "Kalbim"izi koruduğundan dem vurarak, bazıları "Tere(m)yağ"ına eşdeğer olduğunu söz yerindeyse "uydurarak" uzaklaşan kitleyi kendine çekmeye çalışıyor. Yazılarımı okuyan Nuray hanım da çevrelerinde bu "teremyağ"ı "iyidir" diye kullananlar olduğunu ve işin aslının ne olduğunu sormuş.
  Nuray hanımın sorusuna öncelikle margarinin tanımını yapmakla cevap vermeye başlayalım; yine aynı kitabımdan aktarıyorum (merak edenler için; Nobel Tıp kitabevi okulumuza yılda birkaç kez stand açar, oradan almıştım, resmini de koyuyorum) :

   "Margarin, bitkisel yağların katılaştırılması sonucu elde edilen katı yağ olarak bilinir. Bu eksik bir tanımlamadır. Margarinin esas tarifi şudur: Hidrojenizasyonla katılaştırılmış sıvı yağın, yenebilen her türlü katı yağla karıştırılıp su veya yağı alınmış süt katılması sonucu elde edilen ve içerisinde vitamin A, vitamin D, şeker, tuz ve diğer katkı maddelerini de bulunduran bir emülsiyondur.
  Bu tarife göre margarinin içinde her nevi yağ bulunabilmektedir. Şu halde içindeki yağın kaynağı belirtilmemiş margarin içeren bütün gıda maddelerinden kaçınmak gerekir. Piyasada margarin cinsinden olup sadece bitkisel yağ ihtiva eden yağlar da vardır. Bu margarinler üzerinde %100 nebati (bitkisel) yağ damgası aranmalı ve diğer sakıncalı katkı maddelerinin bulunmadığından da emin olunmalıdır."
   Bu tanım ve açıklamalardan şunlar anlaşılıyor:

  • Margarinler (%100 bitkisel olanların dışında) her türlü bitkisel veya hayvansal yağı içerebilirler.
  • Margarinin inanç yönünden riskli olması nedeniyle margarin -etiketlerde çoğunlukla "hidrojene bitkisel yağ" şeklinde geçer- içeren tüm hazır gıdalar da, içeriğinin %100 bitkisel olduğu kanıtlanmamışsa risklidir. Bu ürün grupları arasında hazır bisküvi, kek, çikolata, kraker, cips, dondurulmuş patates, milföy hamuru, bazı paketli ekmekler, mayonez ve şu an aklıma gelmeyen birçok ürün daha bulunmakta.
  • Hidrojene bitkisel yağ deyimi de yanıltıcıdır, içeriğinde bir miktar "suni yöntemlerle doyurularak katılaştırılmış bitkisel yağ" içeriyor diye bir yağa %100 bitkisel yağ denilemez. Ayrıca hidrojenize edilmiş bitkisel yağların karbon dizilişlerinin "plastik" ile neredeyse aynı olduğu bilgisi de mevcut..
  • Margarinler çok çeşitli katkı maddeleri içerebilir (bunun en bilineni lesitindir, yağın sıçramasını önlemek ve daha iyi doku ve görünüm elde etmek için kullanılır).
  • Margarinler, yapay yolla katılaştırılmış bitkisel sıvı yağlar içerirler, bu da trans yağ asitlerini meydana getirerek sağlık için büyük risk oluşturur (daha sonra ayrıntılı inceleyeceğiz).
   Bu nedenlerden ötürü margarin kullanmak bana hiç de mantıklı gelmiyor, dahası, yediklerine benim kadar dikkat etmeyen hatta beni bu konuda eleştiren ailem bile senelerdir margarini eve sokmuyor. Senede 1 kez Manisa'da zeytincilik yapan dayımdan 50 kilo kadar halis zeytinyağı alıyoruz, en çok bu kullanılıyor. Kızartma nadir olarak yapıyoruz, zeytinyağı ve ayçiçek yağını karıştırarak kullanıyorum. Katı yağ kullanarak yaptığım hamur işlerinde genellikle Trabzon'dan aldığımız Ketaş veya Vakfıkebir tereyağını kullanıyorum (İstanbul'da da satış yerleri var, babam bitince oralardan alıyor). Eğer bu markaları bulmak o an için mümkün değilse Pınar/Sütaş veya İçim tereyağı alıyorum, yalnız alırken %100 tereyağı ibaresi olmasına dikkat ediyorum, zira bir keresinde dikkatsizce aldığım bir yağın üzerini eve gelip okuduğumda "kahvaltılık margarin ve tereyağı karışımı" yazıyordu ve atmak zorunda kalmıştım.. Tereyağıyla yaptığım kurabiye, poğaça, pasta kreması, kek, profiterol, yalancı tavuk göğsü vs.... tatlı tuzlu herşey çok güzel ve hoş kokulu oluyor. Tabi kilo kontrolü ve sağlık açısından çok tüketmemek tadımlık yemek gerekiyor ama çocuklar için sağlıklı atıştırmalıklar oluyor.
   Nuray hanımın sorusuna dönecek olursak; bahsedilen yağın içindekiler kısmında neler yazdığını hiç bilmiyorum, markete gittiğim ilk fırsatta bakacağım ve belki o zaman daha sağlıklı fikirler verebilirim. Ancak şu an Türkiye'de belgeleriyle "kesinlikle hayvansal katkı içermediğini" veya "kesinlikle helal içeriğe sahip olduğunu" kanıtlayan hiçbir marka yok. Tek bir firma istisna. -Bu küçük çaplı, özel üretim yapan firmadan gelecek yazılarımda bahsedeceğim.- O yüzden istediği kadar Ülker olsun, ben sahibinin dış görünüşüne bakarak bir gıdayı yiyip yemeyeceğime karar verebilen biri değilim. Bir firmayı arayıp bilgi almak istediğinizde çoğu zaman geçiştiriliyorsunuz, kullandığınız lesitinin hammaddesi ile ilgili belgeyi görmek istiyorum dediğinizde ka'le alınmıyorsunuz. Bu tutumu sergileyen bir firma benden margarin gibi arafta bir ürünü %100 güvenle tüketmemi bekleyemez. Ülker'i buradan bu vesile ile GİMDES sertifikası edinmeye davet ediyorum. O halde tek geçeceğim markanın Ülker olacağına garanti ederim, ya da her kim bu sertifikayı alırsa onu.. Ama siz şu halde de güveniyorsanız tüketebilirsiniz. Ancak bu yağın reklamlarında "tereyağının lezzet ikizi" sloganını kullandıklarını biliyorum. Buradan da birçok kişi yanılgıya düşebilir, bu gerçek bir margarindir. İçeriğindeki bazı maddelerin oranlarıyla oynanarak, tereyağına benzeyecek şekilde sarıya boyanarak tereyağı dokusu verilmeye çalışılabilir ama tereyağı tamamen sütten ayrılarak elde edilen doğal bir yağdır ve bu yağın tereyağıyla hiçbir ilgisi yoktur.
   Umarım margarinle ilgili biraz fikir edinebilmişsinizdir. Sağlığınız ve maneviyatınız için -ki boğazımızdan geçen herşeyin bedenimiz kadar ruhumuzu da şekillendirdiğine inanıyorum- yediklerinizde seçici olmayı tercih etmelisiniz.
  Sağlıklı, keyifli günler dilerim....

**Bu yazımı yazma aşamasında bilgisayarın başında gidip geldiğim bir sırada aldığım bir telefon ile çok mutlu olduğumu da yazımı tamamlarken buradan telefonu açan kişiye iletmek isterim :)

22 Aralık 2009 Salı

Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalandırma


Merhaba değerli ziyaretçiler, sevgili okurlarım. Bildiğiniz gibi araştırmalarım sonucunda 2,5 senedir katkılı hazır gıdaları tüketmemekteyim. Benim için tüm bu maddelerden uzak kalmama kadar uzun bir süreç geçti çünkü hazır gıdalar hayatımızda çok yer etmiş ürünlerdi ve çok çeşitli ürün gruplarında çok çeşitli katkılar kullanılabiliyordu. Ve benim bu konuyla ilgilenmeye başlamam ile birlikte bu maddeleri tek tek inceleyip karar vermem gerekti dolayısıyla bu da konuların mantığını sistematiğini öğrenmek, gıda gruplarını öğrenmek, emülgatörlerin işlevlerini, çeşitlerini, kaynak/hammaddelerini öğrenmek gibi uzun uzun uğraşlar gerektirdi. Ben de bu süre sonucunda edindiğim birikimi sizlerle paylaşmak adına bir blogda yazmaya karar verdim.
  Umuyorum ki yazdıklarım istifadeli oluyordur. Ancak yine de ispatlı olması gerektiği düşüncesiyle tüm bilgileri kendi alanına özgü terimlerle açıklamaya çalıştığım için, yazıları okumak sıkıcı ve biraz da zor anlaşılır olabilir. Şimdi sizlere, bizlerin bunca şeyi okumak ve araştırmak zorunda kalmadan emin bilgilere ulaşmanın kısa ve güvenilir bir yolundan bahsedeceğim.
  Gelişmiş dünya ülkelerinde, Amerika'da ve Avrupa'da Müslümanlar, Museviler, vejeteryanlar ve veganların inanç ve yeme tercihlerine göre gösterilen saygı ve değerden ötürü gıdalarda çeşitli etiketlendirmeler yapılmaktadır. Gıdalarda Müslümanlar için "Helal", Museviler için "Kosher" etiketleri ve vejeteryanlar/veganlar için "% 100 bitkisel" ibareleri bulunmaktadır. Ülkemizde bu uygulamaları neredeyse hiçbir gıda üzerinde göremediğimizi söylemek yanlış olmaz.
  Ancak bu konu ile ilgili olarak çok değerli çalışmalar yapan bir kuruluş var: Gıda ve İhtiyaç Maddeleri Denetleme ve Sertifikalandırma Araştırmaları Derneği. Bu kuruluş bizim yerimize sertifika talebinde bulunan firmaları denetleyerek hijyen-sağlık koşulları ve helal içerik konularını eğitimli görevlileriyle denetleyerek GİMDES sertifikası vermekte. Çalışmalarıyla ilgili detaylı bilgiyi web sayfalarından bulabilirsiniz.
  Söylediğim gibi, bu kuruluş kendisinden sertifika talebinde bulunan firmaları denetliyor. Çalışmaları sonucunda sertifikalandırdığı bir ürünü artık içeriğinde şu madde mi var, hangi kaynaktan elde edilmiş vs.. araştımamıza gerek kalmadan sadece üzerindeki GİMDES onayına bakarak alabilme şansımız ve kolaylığımız oluyor. Şu anda bu kuruluşun sertifikalandırdığı ürün sayısı az olmakla beraber çalışmaları devam etmekte olan birçok ürün de bulunuyor. Onaylı ürünlerin az olmasının sebebi ise bizlerin, dolayısıyla firmaların bu konularda hassasiyet göstermeyip içerik kontrolü talebinde bulunmamamız.
   Evet bu kuruluş bizim yerimize tüm araştırmaları uzman kadrosuyla gerçekleştiriyor. Ancak bizlerin yine de bir sorumluluğu var, o da tüketicisi olduğumuz gıda üreticilerini bu sertifikayı edinmeye yönlendirmek. Bunu yaptığımız zaman o firma kendini mecbur hissedecek ve eğer eksiklikleri varsa onları giderip sertifika koşullarına uygun hale getirmeye çalışacak ve sertifika için başvuracaktır. Bunun sonucunda güveni yüksek bir tüketici kitlesiyle iyi ticari ilişkiler kuracağı için kendisi de memnun olacaktır.
 Kesinlikle tükettiğimiz gıdaların üreticileriyle irtibata geçmekten çekinmemeliyiz. Gerek telefon, e-mail veya gerek basın yoluyla firmalar artık bu konuya yönlendirilmelidir. Tüm gelişmiş ülkelerde senelerdir yapılagelen gıda etiketlendirme ve sınıflandırma sistemi artık bizlerin de gereksinimlerini karşılamalıdır. Bu noktada bize düşen çok küçük görevimizi yerine getirmekten kaçınmamalıyız.
  GİMDES yetkililerine zor şartlar ve baskılar altında azimle gerçekleştirmeye çalıştıkları çalışmalarından ötürü saygılarımı ve teşekkürlerimi sunuyorum.

18 Aralık 2009 Cuma

Hazır Çorbalar ve Monosodyum glutamat (MSG, E621)

  Sevgili Cahide hanımın "Hazır çorbaların güvenilirliği ile ilgili de bilgi verirsen sevinirim. Katkısız yazanlar gerçekten katkısız mı? Knorr markası ne kadar güvenli?" sorusu üzerine bu konuyla ilgili bir derleme yapmaya çalıştım.
  Ben tüketmesem de henüz kendi ailemin bile birçok konuda farkındalığını uyandıramadığım için evde hazır çorba zaman zaman yapılır. Bu soru üzerine ben de evde var mı diye gidip bir baktım, tam da Knorr marka bir kremalı sebze çorbası buldum. Öncelikle ürünün içindekiler kısmını incelememiz için buraya aktarmak istiyorum:
"İçindekiler: Patates nişastası, yağ tozu, maltodekstrin, kıtır ekmek, şeker, pırasa, iyotlu tuz, aroma arttırıcı (monosodyum glutamat), soğan, baharlı otlar karışımı, kereviz, tavuk aroması, maya özütü, bitkisel sıvı yağ, maydanoz, havuç özütü, baharat özütü, soğancık, tatlı kırmızı biber, zerdeçal." Ve hemen yanındaki ibareler: "Ürünlerimizde domuz eti ve yağı kullanılmamaktadır. Koruyucu, renklendirici ve yapay aroma içermez."
   Bundan sonra ise Prof. Dr. Hasan Doğruyol'un Gıdalardaki Katkı Maddeleri Ve Zararları (Nobel Tıp Kitabevi) kitabının konulara giriş kısmındaki bölümünü alıntılayarak devam ediyorum:
  "...İnsanlar, gıda etiketlerindeki "içindekiler" listesine neredeyse aşina olmuştur. Fakat bu listelere sadece bakmak, gıda maddeleri seçiminde işleri halletmeye kafi gelmez, ek bilgiler gerekir. Bunu bir hazır gıda paketi örneğinde açıklamaya çalışalım:     'Hazır çorba'; Kuru çorba karışımı, Domates çorbası, İçindekiler: Buğday unu, domates, mısır nişastası, tuz, şeker, soğan, sarımsak, pirinç, aroma arttırıcılar (monosodyum glutamat, disodyum inosiyanat, disodyum guanilat), asitliği düzenleyici (sitrik asit), renklendirici (pancar kökü kırmızısı, karmoisin).      Bu bilgileri okuyunca anlıyoruz ki bu konserve hazır bir domates çorbasıdır. Hazırlarken içerisine hepimizin bildiği buğday unu, domates, mısır nişastası, tuz, şeker, soğan, sarımsak, pirinç gibi maddeler katılmış. Fakat bunların yanında; aroma arttırıcılar (monosodyum glutamat, disodyum inosiyanat, disodyum guanilat), asitliği düzenleyici (sitrik asit), renklendirici (pancar kökü kırmızısı, karmoisin) gibi bir takım maddeler de katılmış. Acaba bu hazır çorba tüketicilerin sağlık ve inançları yönünden herhangi bir kuşku taşır mı? Paket içindeki bildik gıda maddelerinin bu tür bir risk taşımadığını varsayalım. Şu halde bu üründe inançlara zarar verecek veya sağlığı tehlikeye atacak bir durum söz konusu değil gibi gözükmektedir. Fakat; aroma arttırıcılar (monosodyum glutamat, disodyum inosiyanat, disodyum guanilat), asitliği düzenleyici (sitrik asit), renklendirici (pancar kökü kırmızısı, karmoisin) gibi maddeler acaba neyin nesidir? Etiketlerde genellikle "E" harfi ve bir kod numarası ile gösterilen bu maddeler, gıdalara katılmalarına izin verilen katkı maddeleridir. Bunları fark etmenin ilk adımı etiketlere yakından bakmaktır."
  Hocamız bu noktada tam da hazır çorba örneğini ele almış. Buraya kadar yazılanlardan Knorr hazır çorbasında bulunan aroma arttırıcı (monosodyum glutamat)'ın bir katkı maddesi olduğunu kesinlikle doğruluyoruz. Paketin üzerinde "Hiçbir koruyucu katkı maddesi içermez." diyerek aslında bir kelime oyunu yapılıyor. Koruyucu sınıfından olan katkı maddeleri sağlığa en tehlikeli olanlar olduğundan tüm dünyada artık kullanımlarına sınırlama getiriliyor. Bunun için bu çorbada da koruyucu sınıfından katkılar kullanılmamış olabilir, ancak bu, aroma arttırıcı sınıfından olan ve elde edilme kaynağı/hammaddesi hakkında paketin üzeride bilgi yer almayan "monosodyum glutamat" maddesinin gönül rahatlığıyla alınabileceği anlamına mı geliyor? Buradan sonra içimizi rahat ettirmeyecek şu cümlelerle devam edelim: 
  "...Etiketlerdeki bilgilerin aksi ispat edilinceye kadar doğru kabul edilmesi esastır. Fakat bazı etiketlerin biraz daha ayrıntı içermesi önerilebilir. Örneğin hayvan kaynaklı maddelerde hayvanın cinsi ve kesilme özellikleri zikredilebilir. Çoğu etikette bu ayrıntıyı bulmak mümkün değildir. Özellikle yağ asitleri ve aminoasit içeriklerinde kaynak ve muamele özellikleri açıklanmamış ise ortada aydınlanması gereken unsurlar vardır. Kaynak ve muamele özellikleri yönünden açık olmayan bu içerik karşısında tüketiciye bu tip maddelere şüpheli bir gözle bakmaktan başka seçenek kalmaz."
   Elimdeki çorba paketinde büyük harflerle "Ürünlerimizde domuz eti ve yağı kullanılmamaktadır" yazıyor, ancak çoğunlukla hayvansal kaynaklardan elde edilen monosodyum glutamat ile ilgili olarak "Domuzdan elde edilmemiştir/bitkisel kaynaklıdır/domuzdan elde edilen hiçbir katkı maddesini içermez" gibi bir ifade göremiyoruz, sadece et ve yağ kullanılmadığını anlıyoruz. Yani hocamızın da dediği gibi bu madde yüzünden bu hazır çorba şüpheli durumunda oluyor. Şimdi sizlerle bir grup gıda mühendisinin oluşturduğu forumda birbirleriyle paylaştıkları bilgilerden alıntıladığım, monosodyum glutamat (MSG) ile ilgili temel bir bilgiyi paylaşacağım:
  "
  " Monosodyum Glutamat (MSG) : Glutamik asidin sodyum tuzudur.Lezzet arttırıcı özelliği, laboratuarda tesadüfen bulunmuştur. En çok kullanılan lezzet arttırıcı maddedir.Çok az miktarda katıldığında bile gıda maddesinin lezzetini zenginleştirmekte ve az miktarda da et aroması vermektedir. Hemen hemen bütün protein içeren gıdalarda (et, kümes hayvanlarının etleri, deniz ürünleri) doğal olarak bulunur. Özellikle, proteince zengin hayvansal ve bitkisel gıda ürünlerinde kullanılır. En çok et ve balık ihtiva eden dondurulmuş gıdalar, kuru karışım halindeki bütün hazır çorbalıklar ve çoğu konserve gıdalarda kullanılmaktadır. Glutamat olarak bilinen MSG, genellikle fermantasyonla elde edilmektedir."
  Buradan MSG'ın hayvansal kaynaklı olabileceği sonucunu doğruluyoruz.
  Monosodyum glutamatın sağlıkla ilgili boyutunu ele alırsak, yine aynı kitabımda bu maddenin "insan sağlığına zararlı katkı maddeleri listesi"nde yer aldığını söylemeliyim. Ve şu ek bilgiler yer alıyor:
"Yan etkileri: Alerji ve benzer etkiler, başağrısı, barsak bozukluğu, ciltte yanma, basınç hissi, cilt bozukluğu, sara nöbeti."
  Evet gıdalara eklenecek katkı maddeleri sağlık bilimciler ve gıda mühendislerince araştırılarak toksik doz olmayacak şekilde ayarlanarak standartları belirleniyor, örneğin 100 gramlık bir hazır kekte maksimum 0.1 gram faraza sitrik asit maddesi olsun ve bu doz zararlı olmayacak şekilde belirlenmiş standart olsun. Bizler günde kaçar paket hazır gıdalardan tüketiyoruz, özellikle çocuklar??? En yakın örnek olarak benim kardeşlerim günde 3-4 er çikolata, cips, kek, bisküvi, şeker vs yiyorlar. Peki böylece ne olmuş oluyor, insan vücuduna girebilecek maksimum doz 4-5 paket hazır gıda alınmasıyla aşılmış oluyor. Yanlış mı? Bunu da düşündüğünüzde gerçekten öyle diye içinizden geçireceğinize eminim. Ki kitabımda geçtiği üzere kişi başına yıllık alınan katkı maddesi miktarı bu hızla tüketen biri için 5-6 kilogramı buluyormuş. Sonra da gittikçe artan ve genç yaşlarda görümeye başlayan kanserler yaygınlaşıyor, kalp damar hastalıklarından ölümler birinci sırada ölüm sebebi oluyor, çocuklar hiperaktif oluyor, astımlılar atak geçiriyor....
  MSG'ın zararlarıyla ilgili şu sayfaya da göz atabilirsiniz.
  Hazır çorbalarla ilgili bir sonuca bağlayacak olursak, şu nedenlerden ötürü ben şahsen hazır çorba içmiyorum:


  • Kaynağı belirtilmemiş (sığır mı, domuz mu, koyun mu ve eğer sığır,koyun gibi bir hayvansa bunun kesim işleminin İslami usullere uygun olarak yapılıp yapılmadığı, yoksa bitkisel mi hangi bitki ya da bakterilerden fermentasyonla mı elde edilmiş) monosodyum glutamat katkı maddesi içerdiği için,
  • MSG gereksiz yere alınacak fazladan bir katkı maddesi olduğu ve zararları olduğu için,
  • Tavuk aromasının elde edildiği tavuğun kesim işleminin İslami usule uygun olup olmadığı (bu konuyu ayrı bir yerde irdeleyeceğiz) için.
  • Ve bu kadar bilgiden sonra bahsedilen markanın ne kadar güvenli olup olmadığına karar vermek sizlerin tasarrufuna kalıyor.....
  Umarım katkılar konusunun ciddiyetini bir nebze vurgulayabilmişizdir. Her ne kadar pazardan aldığımız gıdadan bile emin olamadığımız bir dönemde yaşasak da elimizden geleni yapıp biraz emek ve dikkat sarfederek gıdalarımızda seçici olmalıyız. Zaruri ihtiyaç maddelerimizde oynanan oyunlarla ilgili de artık tevekkül etmekten başka bir çaremiz kalmıyor. Ama zaruri olmayanları hayatımızdan çıkarmak veya tertemiz olan alternatiflerini bulmak zor değil. Evimizde mis gibi tertemiz çorbalar pişirebiliriz, sağlığımız ve sevdiklerimizin sağlıkları mutfaklarımızdan geçiyor hanımlar. Ayrıca bir yorumda vurgulandığı gibi "maneviyatımızı da şekillendiren" hep yediklerimizdir. Seçiçiliğe başladığınız dönemde biraz zorlansanız da bu alışkanlığı oturttukça hayatı kalitenizin arttığını göreceksiniz.
  Sağlıkla kalınız efendim...
  

16 Aralık 2009 Çarşamba

İleti

  Bloga "lesitinin zararları", "reishi mantarının zararları", "süt kreması ile pasta", "mentolün formülü", "mentolün faydaları", "aljinik asit içeren bitkiler", "altın çilek" başlıklarıyla çok fazla sayıda arama yapılarak ulaşıldığını görüyorum. Bu ziyaretçilerden, sayfada aradıkları konu ile ilgili yeterli bilgi edinemiyorlarsa veya konuyla ilgili soruları varsa yorum bırakmalarını veya mail göndermelerini rica ediyorum. Lütfen sorularla birbirimize katkıda bulunmaktan çekinmeyelim :)

15 Aralık 2009 Salı

Şükran :)

  Laboratuvarda çektiğimiz fotoğraflardan çok beğendiğim bir  'header' ortaya çıkaran Suz~i Dilâra'ya şükran duygularımı ifade etmek için ben de ona Trabzon-Uzungöl üstü Balıklıgöl zirvesinde fotoğrafını çektiğim bu minik çiçekçiği gönderiyorum :)


   Bunlar da fotoğrafların asılları. Bunlar benim ellerim ve laboratuvarımızda basılan tabletler:)

  Bunlar da eczacılığın simgesi havanlarımız:

Birkaç lab görüntüsü daha:) bunlar da elde tablet bastığımız makineler:


Tablet hazırlamadan önce toz ilaçları uygun hale getirmek için kullanılan granülatör aleti:


Çeşitli etken ve yardımcı maddelerin bulunduğu yüzlerce şişeden sadece birkaç tanesi:


  Sevgili okulumuzun sevgili laboratuvarından birkaç görüntü daha sizlerle paylaşmak istiyorum daha sonra, umarım keyif almışsınızdır :):)
  Keyifli günler..:)

Karanfil (Caryophylli flores)

  Ayva tatlımızın, elmalı kurabiyemizin, aşuremizin, soğuk aldığımızda ıhlamurumuzun bugüne kadar hep yanıbaşında oldu karanfil.. Kâh aromasıyla mest etti, kâh çayıyla uykumuzu getirdi karanfil.. Bakalım neyin nesi kimin fesiymiş şu karanfil... :)

   Karanfil drogu, Myrtaceae familyasından Jambosa caryophylli (=Eugenia caryophylata) bitkisinin çiçek tomurcuklarıdır. Bitki, 10-20 metre yükseklikte, yaprak dökmeyen bir ağaçtır ve tropik bölge bitkisidir, Türkiye'de yetişmez.
  Ağacın çiçeklerinin tomurcukları karanfil drogudur. Çiçeklerin sapları da karanfil adıyla satılmakta ancak ikinci kalite bir ürün sayılmaktadır. Kurutulmuş tomurcuklar yaklaşık 10 milimetre boyunda, çiviye benzer şekilli ve ovaryumu hafif dört köşelidir.
   Drog %14 oranında uçucu yağ taşır. Caryophylli aetheroleum (karanfil uçucu yağı) adı verilen uçucu yağında %80-90 oranında öjenol bulunur.
  Öjenol hoş kokulu, kuvvetli antiseptik, antimikrobiyal ve analjezik (ağrı kesici) bir maddedir. Diş hekimliğinde, diş tedavisi sırasında analjezik antiseptik olarak kullanılır. Karminatif (gaz giderici) etkisi de vardır.

   Yani karanfilin kokusu ve diğer etkileri içeriğindeki öjenolden ileri gelir. Öjenol ise karanfilin uçucu yağındadır. Bizim karanfildeki öjenolden faydalanmamız için ise uçucu kaçıcı olan bu yağı, karanfil içeren çayımızı ağzı açık uzun süre kaynatarak yok etmememiz gerektiği sonucunu doğru orantıyla elde etmiş oluyoruz:)
   Bu elmaya da ne olmuş böyle diyor musunuz :) Bu, Suz~i dilâra'nın teyzesinin özel karanfil-elma çayı tarifi. Bir elmaya yaklaşık 15-20 tane karanfili bu şekilde saplıyorsunuz. Sonra bir demliğe alıp soğuk su ekleyip kaynatıyorsunuz, kaynama noktasından sonra 2 dakika daha kaynatıp içiyorsunuz. Bu çayı ocağa koyduğunuzda evi öyle güzel bir koku sarıyor ki, mutlaka denemelisiniz. Bu sonbaharda çok ağır geçirdiğim 2 gripte çok rahatlatıcı etkisi oldu.
  Bunun dışında demlenmiş sıcak çayınızın içerisine 10-15 tane atıp 3-4 dakika bekletip bu şekilde de içeilirsiniz. Her şekilde önemli olan çok bekletmemektir.
  Uçucu yağındaki öjenolün kuvvetli antiseptik/temizleyici/ ve antimikrobiyal/mikrop kırıcı/ özelliğinden faydalanmak için sadece çay olarak içmemiz şart değil. Karanfil uçucu yağını (Caryophylli aetheroleum) aktar veya eczanelerden alıp gargara sularımıza karıştırabiliriz. Özellikle dışarıda çalışıp veya okula gidip akşam eve gelince ağzı ve boğaz yolunu karanfil, papatya, nane gibi doğal kuvvetli antiseptiklerle gargara suyu hazırlayıp çalkalamamız çok çok iyi olur. Hele grip salgınının olduğu şu zamanlarda..

  Bunlar da mısır çarşısının süslü mü süslü altınlı boncuklu karanfilleri :)
  *Karanfil adıyla anılan bu bitkiyi, pembe kırmızı çiçekleri yeşil dalları olan karanfil çiçeğiyle karıştırmamalıyız.. Karanfil çiçeği Dianthus caryophyllus latince adıyla bilinen farklı bir türdür, ancak karanfil çiçeğinin de tıbbi etkileri vardır. Çiçekler balgam söktürücü ve öksürük kesici olarak kullanılır.
*** Çok sevdiğim Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu 'nun Bitkisel Kürler Rehberi (ajansmik yayıncılık) kitabında barsak hareketliliğini arttırdığı için ülseratif kolit ve chron hastalarının karanfili kesinlikle sıcak veya ılık suyla almamaları gerektiğini belirtiyor.

13 Aralık 2009 Pazar

Keten Tohumu (Lini semen)

  Güncel bir drog olan  Linaceae familyasından keten (Linum usitatissimum) bitkisinin offisinal-tıbbi olarak kullanılan kısmı olan tohumlarından (Lini semen) bahsedeceğiz.


   Keten tohumu, müsilaj oranı yüksek olan ve müsilajından faydalanmak için kullanılan bir drog. Peki müsilaj nedir? Müsilaj, bitkinin doğal maddelerindendir ve bitkide özel müsilaj hücreleri içerisinde bulunur. Suda şişerek viskoz, kolloidal (koyu-jelimsi kıvam) bir çözelti meydana getiren amorf maddelerdir. Bir çeşit heterojen polisakkarittir.
  Bitkilerde, özellikle ayva çekirdeğinde ve yosunlarda bulunan müsilajdan tanıdık olduğumuz doğal kıvam vericiler olan carrageen (karragen) ve agar elde edilmesinde faydalanılır. Bitkisel jelatin/jöle olarak da anılan ürünler kırmızı algler (yosunlar) in müsilajından elde edilen maddelerdir. Esmer alglerden elde edilen aljinik asit (aljinat) de kıvam verici olarak kullanılır. Müsilaj, eczacılık tekniğinde emülsiyon ve jel hazırlanmasında kullanılır. Müsilajın sağlığımızla ilgili olan etkileri nedir diye soracak olursanız;
  Müsilaj taşıyan droglardan/bitkilerden laksatif (barsakları boşaltıcı) ve yumuşatıcı (boğaz-göğüs-barsak yumuşatıcı) olarak faydalanılır.
  Müsilaj konusu geçmişken merak edilen konulardan olan karragen ve agar agara kısaca değindikten sonra keten tohumundan söz edelim.


   Ketende müsilaj tohum kısmında bulunur ve miktarı %10 kadardır. Bu müsilaj linamarin, lotaustralin siyanogenetik glikozitlerini taşır. Bu drogdan Lini oleum-Bezir yağı adı verilen bir sabit/sıvı yağ elde edilir. Bu yağ vücutta üretilemeyip dışarıdan alınması gereken yağ asitlerinden (esansiyel yağ asidi) olan linoleik asit ve bunun yanında linolenik asit ve oleik asitlerin trigliseritlerini içerir.
  Keten tohumu dahilen/ağız yoluyla alındığında laksatif (barsakları boşaltıcı-barsak hareketliliğini arttırıcı) etki gösterir. Gastrit ve enteritin kısa süreli semptomatik tedavisinde kullanılır yani gastrit ve enteriti tedavi edici olarak değil bu rahatsızlıktan kaynaklanan ağrı vs sıkıntıları giderici olarak kullanılır. Boğaz mukozasının tahrişlerini önleyici ve boğaz yumuşatıcıdır. Haricen, cilt üzerine sürülerek kullanıldığında antienflamatuvar/ağrı-şişlik-kızarıklık giderici/ etkisi vardır. Ciltteki tahrişlerde ve derideki şişkinliklerde kullanılır.

  • Keten tohumu suda şişme özelliği olan müsilaj maddesini içerdiği için yenildiğinde midede hacmi artar ve bu özelliğinden dolayı diyetlerde tok tutucu yardımcı madde olarak tavsiye edilir.
  • Keten tohumunu tüketme yolları ile ilgili birkaç öneri:
  • Keten tohumunu günde 1 çay veya tatlı kaşığı kadar ağzınıza atıp tohumları çatlatacak şekilde çiğneyip sonra yutun. Tohumların çatlaması müsilajın salınması için önemlidir.
  • Ya da bir havanda dilediğiniz miktarda keten tohumunu tohumlar çatlayacak kadar ezdikten sonra yoğurta karıştırıp yiyin.
  • Veya keten tohumunu yine çatlattıktan sonra salatalarınıza serpiştirerek tüketin.
  • Boğaz ve göğüs yumuşatıcı olarak faydalanmak için tohumları çatlattıktan sonra bitki çayı karışımlarınıza katabilirsiniz.
   Hepinize sağlıklı günler dilerim :)

*Fotoğraflar Suz-i Dilara'nın laboratuvar çekimleridir.

11 Aralık 2009 Cuma

Hibiskus/Bamya çiçeği (Hibiscus sabdariffa-Roselle)



Bu akşam yazacaktım ama tüm öğleden sonramı ayakta durup el makineleriyle tablet basmakla geçirdiğim için o kadar yorgunum ki kafamı toparlayamıyorum. Şimdilik resimleri koyayım.İyi seyirler..:)
  Hibiskus sabdariffa***, Malvaceae familyasından Türkçe karşılığı bamya çiçeği veya kerkede olan bir bitki. Hibiskus ailesinin çok fazla sayıda alt türü var, bamya ve bamyaya benzer meyve verenleri mevcut. Ancak biz şimdi bunlardan farklı olarak aktarlarda satılan tıbbi çay olarak kullanılan türünden bahsedeceğiz, yani Hibiskus sabdariffa'dan.
  Elimdeki kaynaklarda hibiskus ile ilgili fazla bilgi bulamadım. İnternetteki yabancı kaynaklarda bir araştırma yapayım dedim, o kadar çok döküman çıktı ki karşıma..Hibiskus birlikleri, hibiskus koleksiyonerleri, hibiskuslu tarifler ve hibiskusla ilgili daha pek çok şeyin bulunduğu çok sayıda yabancı bilimsel kaynak mevcut. Ben Amerika Purdue Üniversitesinin bu sayfadaki kaynağından sizlere kısaca bilgi vermeye çalışacağım.
   Hibiscus sabdariffa genel olarak tropikal iklim bitkisidir. Kurutulmuş çiçekler %15.3 hibiskik asid, %7.9 protein içerir.  Saponinler ve tartarik asidin yanında çoklukla aspartik asid içerir.
  Kurutulmuş çiçeklerin birçok kullanılış şekli vardır; en geneli çay olarak kullanımıdır. Reçel, şerbet, marmelat, dondurma ve başka birçok tatlının yapılışına katılır. Sarmaşık'taki hibiskusla renklendirilmiş ayva tatlısı tarifi için tıklayın.
  Bamya çiçeğinin antiseptik, afrodizyak, kolagog (safra arttırıcı), diüretik (idrar söktürücü) , sedatif, midevi olarak kullanılışları rapor edilmiştir.
Öksürük, skorbüt (C vitamini eksikliği), hipertansiyon, idrar yolları rahatsızlıkları, kanser, disüri, dispepsi hastalıklarında halk tıbbında kullanılmaktadır. Bitkinin su ile yapılan çayının kansere tedavi niteliğinde olduğu halk arasında söylenegelmiştir. Medikal olarak ise çiçeklerin içerdiği gosipetin, antosiyanin ve hibiskin glukosidi diüretik ve koleretik etkiler yapar, kan basıncını düşürür, barsak hareketliliğini düzenler. Tavuklarda yapılan deneylerde alkol alımında alkolün vücut tarafından emilimini azalttığı ve alkolün etkilerinin azaldığı gözlenmiştir.

   Hibiskus çoğunlukla, bitki çayı karışımlarına tat ve koku verici olarak eklenir. Siz de çay karışımlarınıza birkaç parça katıp çayınızın havasını ve varsa kötü tadını değiştirebilirsiniz. Ya da benim gibi bir tutam bamya çiçeği ile çay hazırlayabilirsiniz.
  Çayı şu şekilde hazırlarsanız sonuç daha iyi olur: Bir tutam hibiskusu bir cezveye koyun ve cezvenin üzerine kaynar su ekleyin. 2 dakika kadar bir kaşıkla karıştırarak bekleyin. Daha sonra vakit geçirmeden süzün, çünkü yapraklar sıcak suyun içinde uzun süre kalınca tadı acılaşıyor. Ve sıcak sıcak için.
  İdrar yaparken yanma hissi olanlara çok iyi gelecek olan bir çay. Kanı seyreltmesi ile de yüksek tansiyon hastalarına faydalı olacaktır. Boğazı da yumuşatan, soğuk algınlığına iyi gelen ve yatmadan önce içtiğinizde rahat uyumanızı sağlayan bu çayı arada bir keyif yapmak için de içmenizi öneririm:)

   Çok tatlı pembe-kırmızı bir rengi olan çayı evde yaptığım tatlılarda renklendirici olarak kullanmayı da deneyeceğim.
  Hepinize keyifli günler dilerim..
*** Çok sevdiğim Prof. Dr. İbrahim Adnan Saraçoğlu Bitkisel Kürler Rehberi (ajansmik yayıncılık) kitabında hibiskusu guatr ve tiroid şikayeti olanların kullanmaması gerektiğini not etmiş. Aynı zamanda yüksek kan şekeri ve yüksek tansiyonu düşürmek için mükemmel bir yardımcı olduğu, çok iyi bir antiseptik ve antibakteriyel olduğu, damar sertliği şikayetinde çok yardımcı olacağı, diyetlerde tok tutucu olduğu, akciğer kanserini ve wilson hastalığını önleyici olduğundan da bahsetmiş.

Hibiskus ile ilgili diğer sayfalar:

10 Aralık 2009 Perşembe

Kremalı Mantar Çorbası

  Nefis bir kremalı mantar çorbası içebilmek için kendinizi hazır çorba almaya mecbur mu hissediyorsunuz? Hayır, değilsiniz! Evinizde tertemiz katkısız ve içenlerin ikinci hatta üçüncü tabağı istediği muhteşem bir çorba yapabilirsiniz.
  Hazır çorbaların içindekiler kısmından kopya çekerek zamanla geliştirdiğim tarifimle yaptığım mantar çorbasını beğenmeyen yok. Mantardan nefret eden kardeşim bile bu çorbayı severek içiyor:)

  İşte çorbamızın tarifi :)
Malzemeler:
-400-500 gram mantar
-1 küçük kutu süt kreması (200 ml) (Pınar kullanıyorum)
-1,5 yemek kaşığı tereyağı
-2 yemek kaşığı un (tepeleme)
-2 tane kesme şeker (veya 1 tatlı kaşığı dolusu toz şeker)
-1 litre+1 su bardağı ılık su
-tuz (1,5 tatlı kaşığı kadar)
-servis ederken üzerine karabiber (çekilmiş olursa daha güzel oluyor:)
 Hazırlanışı: 
 Mantarları küçük bir leğene koyup üzerine biraz su koyalım ve leğenin içinde elimizle ovarak temizleyelim. Sonra durulayıp önce ikiye bölüp sonra boyuna ince ince kıyalım (bu aşama biraz uzun sürüyor, dilerseniz yumurta dilimleyici ile hızlıca doğrayın). Mantarlarınız çabuk kararıyorsa bekleme aşamalarını limonlu suda yapın. Tencereye tereyağını alıp eritin ve unu ekleyip hafif kokusu çıkana kadar kavurun. Çırpıcıyla karıştırarak yavaş yavaş suyu ekleyin. Kaynayınca doğranmış mantarları suya ekleyin ve 15-20 dakika kadar mantarların haşlanması için kısık ateşte pişirin. (kapağını aralık da olsa kapatmayın, taşıyor :) Tuz, şeker ve kremayı ekleyip 5 dakika daha kaynatın. Ve çekilmiş karabiberle servis edin.
Afiyet olsun !

8 Aralık 2009 Salı

Meyve Kurusu

  Çikolata, bisküvi, şeker, hazır kek pasta ve benzeri ürünleri tüketmeyince zaman içerisinde onların yerini tutacak birşeyler aramaya başlıyor insan. Akşamları film seyrederken tatlı birşeyler atıştırmayı kim sevmez! Doğal, katkısız, sağlıklı ve yemesi keyifli bir çok alternatif var aslında. Bunların başında benim de en çok sevdiğim grup olan kuruyemişler geliyor. Bir de benim de yeni yeni keşfettiğim kurutulmuş meyveler var. Mısır çarşısındaki Malatya Pazarı'nda o kadar çok çeşidi var ki, hepsini tadamasam da birçoğunu denedim ve bundan sonra alıp evde bulunduracaklarım arasında geliyorlar.
*armut kurusu
   Meyve kurularını çerez gibi atıştırarak tüketmek bence en güzeli. Bazı meyvelerin kek, kurabiye ve diğer tatlılarda kullanımı da oldukça hoş oluyor. Ancak mesela bu armut kurularını oturup kıyır kıyır yemek daha zevkli olacaktır :) Evet armut kurusu da yapmışlar, daha neler neler var!

*çilek kurusu

*mandalina kurusu

*limon kurusu
   Ve klasiklerden;

*kan üzümü ve kayısı kurusu

*incir kurusu
   Ne kadar çok çeşit var bilseniz, fotoğraflayamadıklarım arasında hindistan cevizi, karpuz, elma, zencefil, kavun, mango, muz, ananas, kivi, şeftali, yaban mersini, likapa ve yeni keşfettiğim altın çilek meyvesi kurusu da var. Her biri damak tadınıza uymayabilir, örneğin zencefil kurusu bana biraz acı geldi. Ama ilginç yapıları, rengarenk ve tatlı oluşlarıyla çocukların çok ilgisini çekebilecek şeyler. Evet, neden siz de çocuklarınıza içinde sayısız yapay madde bulunan abur cuburlar yerine doğal olarak kurutulmuş bu meyvelerden şekerleme niyetine vermeyesiniz? Alışkanlıklarımızı değiştirebiliriz, çekinmeyip bir adım atın. İnanın doğada fabrikalarda üretilenlerden çok daha zengin bir tat yelpazesi var, ve evimizde pişirdiklerimiz hazır satılanlardan çok daha güvenli ve lezzetli! 


   Meyve kurularını evinizde de yapabilirsiniz. İmkanı olanlar yazın güneşte kurutma yapabilirler. Ancak bu fırsatı olmayanlar için işte size evinizde fırınınızda meyve kurutmanın yolu, tarif ve anlatım sevgili Mine Hanımdan, link belki kaybolur diye buraya kopyalıyorum:
   "Esasen yaptığımız şey şu: Çok hafif ısıda kurutmak suretiyle meyvenin nem oranını iyice düşürerek, uzun süre      dayanıklı hale getirmek. Süre sonunda meyveler buruşacak ve hacimleri yarıya düşecek. Öncelikle fırının bir duvarından karşı duvarına erişebilecek uzunlukta ince tahta çubuklar edinmek gerekiyor. Elma dilimleri bu çubuklara geçirilerek fırına asılacak. Elmaları yıkayın, hiç bölmeden yalnızca çekirdek yuvasını çıkarın, kabuklarını soyun. İnce ince dilimlere kesin. Dilimlere arkalı önlü limon suyu sürün, tahta çubuklara geçirerek, sıra sıra fırına asın. Fırını 50 dereceye ısıtın. Eger fırınınız fanlı ise kapağını aralık tutmaya gerek yok. Normal fırın kullanıyorsaniz, kapağı çok hafif aralık kalacak şekilde tahta kaşıkla sabitleyin. 12 -15 saat fırınlayın. 12 saat sonunda elma kuruduysa, dokunduğunuzda nemli bir doku hissetmiyor ve kolayca bükebiliyorsanız, fırından çıkarabilirsiniz. Bu şekilde kurutulan elmaları hava geçirmez cam kavanozlarda, karanlık ve serin bir yerde yıllarca saklayabilirmişsiniz. Elmaları ipe dizmeyin, eger ipi sıkıca bağlayamazsanız esniyor, sarkıyor ve elmalar kayarak birbirlerine yapışıyorlar."
 Gelecek nesillerimizin sağlığı için, artık kolları sıvama vakti olduğuna inanıyorum. Bir okuyucumun gönderdiği bir e-mailden çok etkilendim. Mutfağa girip çocuklarınıza ev yapımı kek-tatlı-poğaça pişirmeye üşendiğiniz için çocuklarınız sağlıksız ve obez oldu diyordu. Dışarıdaki süslü ve sağlıksız ürünlerin sağlıklı ve nefis alternatifleri gerçekten var. Yeter ki biz kendimizi ve neslimizi düşünüp, üşenmeyelim, araştıralım ve mutfaklarımıza girelim! Evet sanırım yeni bir slogan buldum: Haydi sağlıklı nesiller yetiştirmek isteyen hanımlar, mutfağa! Çünkü hayatımızı ve ruhumuzu boğazımızdan geçenler şekillendiriyor...

  Sağlıkla kalın efendim..
**Meyve kurusu-2 yazısı burada.

7 Aralık 2009 Pazartesi

Cilt Kuruluğu (Kserosis)

   Bir Saray'da kahvaltı (Beyazıt'ı bilenler bilir :), bir farmasötik kimya laboratuvar sınavı ve bir Mısır Çarşısı (nam-ı diğer Spicy Bazaar) gezisinden sonra birçok fotoğraf, nihayet kavuştuğum yaban mersinlerim, kek yapmak için aldığım kurutulmuş meyve karışımım ve şu anda yudumladığım rengi kokusu ve tadıyla tek kelimeyle müthiş olan hibiskus çayımla evde dinlenmedeyim. Mısır çarşısına çok sık gideriz Canyoldaşımla. Bir gezer dolanır, bitkilerin baharatların kokusunu içimize çeker, her seferinde ilk defa görüyormuşuz gibi dayanamayıp herşeyi eller, sonra muhakkak cevizli sucuk alır döneriz:) Bu sıralar cevizli sucuk sıralamada gerilerde kalıyor, yeni gözdemiz Malatya çıtırı :)

  Size de çarşıyı bilmeyenler veya gidemeyip özleyenler için bol bol fotoğraf getirdim. Yine de gidip önce Yeni Camii önünde kuşlara yem atmanızı, sonra Mısır Çarşısında çeşit çeşit bitkinin kokusunu alarak dolaşmak için fırsat oluşturmanızı tavsiye ederim. Kalabalık olmasına rağmen benim çok huzur bulduğum bir yer.. Yerini, nasıl ulaşacağınızı bilmiyorsanız seve seve tarif edebilirim..

   İstanbul hâlâ yazdan kalma günler yaşasa da kış ayları geldi ve havalar gittikçe soğuyor. Benimki gibi bir cilt yapınız varsa bı sıralar sizde de cilt kuruluğu problemi baş göstermiş olmalı. Her kışa geçişte özellikle ellerimde ve yüzümde kuruluktan ötürü derim çatlar ve pullanarak dökülme de buna eşlik eder. Kendimde bu belirtileri görmeye başlayınca sizlere de faydalı olacağını umduğum bir yazı yazmalıyım dedim.
   Cilt kuruluğu (xerosis);
-pürüzlü cilt  -esneklik kaybı  -fissürler
-soyulma  -inflamasyon (kızarıklık-şişlik) -kaşıntı ile kendini gösteren bir cilt rahatsızlığıdır. Genellikle bacaklar (alt kısım), el sırtı ve kollarda (alt kısım) kış aylarında görülür. Cilt kuruluğuna yol açan etkenler arasında şunları sayabiliriz:

  • Kronik deterjan kullanımı
  • Kötü beslenme
  • Hipotiroidizm
  • Dehidrasyon
  • Deride stratum korneumun hasarı veya sıvısının eksikliği
  • Sık yıkanma, duş alma (sıcak suyla)
  • Fazla sabun kullanma
  • Kuru hava, rüzgar
  • Yaşlılık
  • Hormonal değişiklikler
  Gördüğümüz gibi cilt kuruluğunun çeşitli birçok sebebi olabiliyor. Bu etkenleri inceleyerek öncelikle cilt kuruluğunun ilaçsız(non-farmakolojik) tedavisini kendi kendimize uygulayıp durumumuzu iyileştirebiliriz. Etkenlere bakarsak, öncelikle derimizi fiziksel hasara uğratabilecek dış etkenlerden korumalıyız. Soğuk havalarda rüzgarın yakıcılığından etkilenmeyecek şekilde kol bacak ve yüzümüzü örtmeliyiz, derimizi gereksiz yere aşırı miktarda tahriş edici kimyasallarla temas halinde bırakmamalıyız. Sabun zararlı bir madde olmamakla beraber derinin kendine has asit mantosunu aşırı kullanımda bazik yapısıyla sürükleyerek nötrleyebilir ve böylece cilt kuruluğu oluşur. Bunun için ellerini çok sık yıkayanlar nemlendiricili sabunları tercih edebilirler. Çok sıcak suyla çok sık banyo yapılması da cildimizi kurutur. Her gün yerine iki günde bir banyo yapılması, ılık suyla kısa duşlar alınması vücudumuz için en uygun olandır. Bunların dışında beslenmemize çok önem göstermeliyiz. Yeterince su içmezsek de derimiz kuruluk belirtileri gösterebilir. Turunçgillerin en güzellerinin pazarlarda olduğu bu aylarda sulu meyveler yiyip bol su içmeyi de ihmal etmeyerek vücut ve cilt sağlığımızı desteklemeliyiz.
   Kendi kendimize alacağımız bu önlemler dışında sizlere nemlendirici kremler kullanmanızı öneririm. Ben de küçük bir boy edindim çantamda sürekli taşıyorum ellerim kurudukça sürmeye çalışıyorum. Gerginliği ve el sırtımın çatlayıp kanamasını oldukça azaltıyor. Banyodan sonra kullanılan vücut nemlendiricileri, yağ bazlı kremlerin kullanımı da şikayetlerinizi azaltacaktır. Ciddi cilt kuruluğu sorunu olanlar ya da farmakolojik etkili krem kullanmak isteyenlere ise üre veya laktik asid içeren ürünleri ve topikal hidrokortizon kremlerini önerebilirim.


   Hibiskus (bamya çiçeği)'un fotoğrafını da çekmiştim ancak o pek iyi çıkmamış, aydınlık bir zamanda size evde yaptığım çayın o tatlı rengini yansıtan bir fotoğraf çekip Hibiskusla ilgili bir yazı yazacağım inşallah. Hibiskus yazısına ulaşın.
Hepinize sağlıklı keyifli günler dilerim.. :)

5 Aralık 2009 Cumartesi

Tırtıl Kurabiye


  Bu sevimli kurabiyeleri davet edildiğim 49. Porselen Demlik Çay Saati Blog Etkinliğine gönderiyorum. Ev sahibesi sevgili Alime: http://mutfaktasanat.blogspot.com
  Hepinizin bildiği bu kurabiye şeklini bir de Handenur'un sunumuyla izleyin istedim. Ziyaret edenlere teşekkürler, deneyeceklere afiyet olsun. Kesinlikle çok güzel bir kurabiye oluyor. Tarif portakalağacı'ndan. Malzemeler:
-250 gram tereyağı (oda sıcaklığında yumuşak)
-2 çay bardağı sıvı yağ
-3 çay bardağı pudra şekeri
-1 çay bardağı yoğurt
-aldığı kadar un
-arasına reçel/marmelat/bal vs (ben dalgınlıkla fazla pişirdiğim için koyu kıvamlı olan erik marmelatını kullandım zamk misali yapıştırdı :)
  Un dışındaki malzemeleri geniş bir kaba alıp iyice karıştırın. Unu azar azar yedirerek ekleyin. Yapışkanlık gider gitmez un eklemeyi bırakın -çok yumuşak bir hamur olacak- hamuru bir süre özleşene kadar yoğurun. Ben bu ölçüleri uyguladığımda çok fazla hamur elde ettim ve hamurun yarısını poşetleyip derin dondurucuya koydum. Yarısını da tırtıl uç takılmış krema torbasına koyup çok hafif yağlanmış tepsiye parmak boyutunda sıktım. Şekil için endişelenmeyin, ben de ilk yapacağım zaman nasıl tırtıklı hal alacağını anlayamamıştım ama o kendini buluyor merak etmeyin :) Önceden 175 dereceye ısıtılmış fırında üzeri çok hafif kızarana kadar (10 dakikayı bulmaz) pişirin. Fırından çıkarıp soğuttuktan sonra marmelatla iki parçayı tabanlarından yapıştırın.
  Dondurucuya koyduğum hamuru 1,5 ay kadar sonra gelen misafirler için hazırladım, sabah buzluktan çıkarıp oda sıcaklığında 2-3 saat beklettim, biraz yoğurup aynı şekilde krema torbasıyla şekillendirip pişirdim. İlk yaptığımdan daha çok beğenildiğini söyleyebilirim. Hamur ne kadar dinlenirse o kadar güzel oluyor tabii :)
  Sağlığınız için doyumluk değil, tadımlık yemeniz gerektiğini unutmayın :) Hepinize keyifli günler dilerim...

Katkı Maddelerinden Kaçınmamız İçin Gerekçeler

  Bir yemek blogu yazarı olan Hatice hanım bir yorumunda lesitinin zararları ve ekmek katkı maddeleri ile ilgili yazmamı rica etmişti. Ben de sınavlarım bittiğinde yazabileceğimi, ancak lesitinle ilgili olarak bu madde yüzünden 2 senedir o kadar sevmeme rağmen çikolata yemediğimi söyledim. Hatice hanım da bu sözüm üzerine gerçekten o kadar zararlı mı olduğunu, ara sıra yemenin de çok zararı olup olmayacağını sormuş.

  •  Öncelikle katkılı hazır gıdalar tüketmememin, katkı maddelerinin sağlığa zararlılığının yanında birkaç sebebi daha olduğunu belirtmeliyim. Bilindiği gibi dinimizce yenilip içilmemesi gereken bazı maddeler var. Bunlardan en bilineni domuz eti,yağı ve diğer ürünleri, alkol, ölü hayvan eti ve ürünleri, kan, idrar, pislik vs. dir. (Bunlarla ilgili detaylı bilgiyi dini kitaplarda araştırınız.) 
  • Günümüzde kullanılan katkı maddelerinin çok geniş bir kaynak yelpazesinden edilebiliyor olmasının getirdiği şüpheler de benim ve birçok insanın katkılı ürünlerden uzak durma sebeplerinin başlarında geliyor. Bu maddelerin üretici firmalarının çoğunlukla yabancı olması dolayıyla hammaddede veya üretim aşamasında bizim dini kurallarımıza uygun olamayabilecek seçimler yapılmış olma ihtimali akıllara çok rahat geliyor. Örneğin, ayrı bir başlıkta inceleyeceğim jelatin bilindiği gibi hayvan kemiklerinin kaynatılması sonucu ortaya çıkan jelimsi maddeden elde edilir. Üretici firmaların çoğu ise, bir batında en çok yavru veren hayvan domuz olduğu için kar amaçlı olarak jelatin üretiminde domuz kemiklerini hammadde olarak kullanıyor. Aynı zamanda bu hayvanın kıl ve dişlerinden de çeşitli katkı maddeleri elde edilebiliyor, daha sonra inceleyeceğiz.  
  • Hayvan kemiklerinden elde ediliyor olması bile jelatinden uzak durmak için geçerli bir gerekçe iken bir de bunun domuz kemiklerinden elde ediliyor olma ihtimali bu konularda hassas olan insanlarda haklı olarak kesin bir kaçınma duygusu oluşturuyor. 
  • Elbette sığır gibi hayvanlardan elde edilen jelatin ve diğer katkı maddeleri de var, ve ülkemizde insanların duyarlılığına binaen sadece bunların kullanıldığını düşünmek isteyebiliriz. Ancak dinimizce hayvansal kaynaklı birşeyin yenilebilir şartlara haiz olması için sadece sığır vb olması yeterli değildir, hayvanın kesim şekli de İslami usüllere uygun olmalıdır. Tüm bu şartları birden -büyük bir kısmının tekeli yabancı firmaların elinde olan katkı madde üreticilerinin- sağlamak için çaba harcayacaklarına ne kadar güvenebiliriz?
  • Hayvansal kaynaklılık sorununun olmadığını farz edelim. Bu sefer de aslında birçok kişinin aklına gelmeyen bir ihtimal ortaya çıkıyor: Katkı kimyasalları yapılarına göre farklı özellikler gösterir; işlenmeleri sırasında bir kısmının suda çözündürülmesi yeterli olurken, suda çözünmeyip sadece alkolde çözünen maddeler alkolde çözündürme işlemine tabi tutulur ve alkolde çözünen katkıların sayısı hiç de az değildir. Bu da yine dini kaideler gereğince o maddenin aslı yenilebilir olsa bile sadece alkolde çözündürülüp hazır gıdanın bileşimine sokulabildiği için o hazır gıdayı sakıncalı hale getirir. Alkol ise hazır gıdanın formülasyonunda temel bileşen olarak değil de sadece katkı maddesinin çözücü ortamı olarak kullanıldığı için etiketlerde belirtilme zorunluluğu ortadan kalkar. Dolayısıyla birçok hazır gıdanın alkol muhteva edip etmediğinden emin olamayız. Bu konuyu da ayrı bir başlıkta inceleyeceğiz.
  • Sağlık boyutunda inceleyecek olursak, katkı maddelerinin kullanımı ve astım, kanser, hiperaktivite, kalp-damar hastalıkları arasındaki ilişkileri inceleyen birçok araştırma yapılmıştır. Özellikle çocuklarda hiperaktiviteye yol açtığı bilim çevresinde kabul görmüş bir bulgudur. Katkı maddeleri hakkında olur olmaz yazılar yazıldığını savunanlar bile savunmalarında küçük çocukların katkılı gıda tüketiminin az miktarda tutulması gerektiğini belirtmektedirler. Bu konuları başlıklarla inceleyeceğiz.
  • Hidrojene bitkisel yağ (margarin) kullanımı hazır gıdalarda küçümsenmeyecek kadar ciddi bir oranda. 2,5 senedir eline aldığı herşeyin üzerini okuyan biri olarak bu söylediğime güvenebilirsiniz. Hidrojene yağların zararlarını da birçoğumuz artık biliyoruz. Yine de ayrı bir başlıkta bunu da ele alacağız.
  • Katkı olarak kullanılmak istenen maddelerin çoğu GDO (Genetiği değiştirilmiş organizma)lardan elde ediliyor, sebebi ise o bitkiyi genetik olarak elde edilmek istenen madde açısından zengin bir hale getirip verimi arttırmak çabası. Bundan da bahsedeceğiz..
  • Sağlığa zararlı olmayan, gıdalarda kendiliğinden de zaten bulunan maddeler de katkı maddesi olarak kullanılmaktadır. Ancak bunların da çoğu sentetik olarak elde edilmekte ve stabiliteyi daha iyileştirmek açısından gıdalarda normalde bulunan miktarlarından fazla olarak hazır gıdalara eklenmektedirler. Bu ise  besleyici değeri olmayan ve sürekli tüketildiğinde çok büyük miktarlara ulaşan miktarlarda maddeyi vücudumuza almamız anlamına gelir. Gıda dosyası yazımda da geçtiği gibi bu miktar kişi başına yılda 5-6 kilogramı buluyor. Hatice hanımın sorusuyla ilgili olarak; ara sıra yenmesi halinde bu oran tabii düşecektir.
  • Oldukça fazla detayı olan bu konulardan Hatice hanımın sorusu üzerine kısaca bahsetmek istedim. Zamanla tüm konuları ayrı başlıklarda incelemeye çalışacağım.
  Son olarak, bundan 2 sene önce aylar süren araştırma-gidip gelme-düşünme taşınma neticesinde "tamam, artık yemiyorum!" dediğim günden 4 ay sonra birden bire 5 kilo birden verdiğimi de sizlerle paylaşmak isterim, anlıyorsunuz değil mi :)
  Sağlıklı, keyifli kalın efendim...

2 Aralık 2009 Çarşamba

Pınar UHT Süt Kreması

  Bu sabah (aslında az önce demeliyim) Pınar'ın web sitesindeki iletişim formuna bir mesaj bıraktım. Pınar marka süt kreması ürününün üzerinde içerik kısmında herhangi bir emülgatör ibaresi kullanılmadığını, gerçekten katkısız olarak mı üretildiğini yoksa içeriğe yazılması zorunlu olmayan bir emülgatör kullanılıp kullanılmadığını sordum. E-mail ve telefon numaramı da forma bırakmıştım. 10 dakika bile geçmeden telefonum çaldı, tanımadığım bir numara, meğer Pınar'dan arıyorlarmış, hiç aklıma gelmedi hemen arayacakları. Üstelik ilk çalışında müsait değildim açamadım. İkinci kez ben açana kadar aradılar. Çok tatlı bir bayan güzel bir şekilde anlattı; süt kremasının hazırlanışında teknolojik olarak bir homojenleştirici-emülgatör kullanılması gerektirmediği için tamamen doğal olarak hazırlandığını anlattı. Başka bir sorum olup olmadığını sordu, böyle ilgilendikleri için teşekkür edip başka sorularım olursa yeniden irtibat kuracağımı söyledim, telefonu gülümseyerek kapattım.
  Keşke her firma tüketicilerine aynı duyarlılıkla yaklaşsa. Pınar'ın bu davranışı benden çok olumlu puan aldı. Süt kremasının doğal olması da artık sadece Pınar'ın süt kremasını gönül rahatlığıyla kullanabileceğim anlamına geliyor. Bunun için bu bilgiyi sizlerle de paylaşmak istedim. Diğer ürünleriyle ilgili sorum olursa aynı ilgili şekilde yaklaşacaklarını artık biliyorum ve Pınar'a güveniyorum. Buradan tekrar teşekkürler...

Pınar kremalı tarifler:
Kremalı Mantar Çorbası
Doğal Renklendirilmiş Ayva Tatlısı Ve Süt Kreması Hazırlanışı

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails