26 Kasım 2009 Perşembe

Temiz Pasta ! :)


    Çok şükür vizelerim dün bitti. Yaşın ilerlemesinden midir bilemiyorum ders çalışmak gittikçe daha boğucu gelmeye başlıyor. Bloga yazmak için veya birisinin sorusu üzerine bir konuyu saatlerce bıkmadan araştırıp bütün kaynakları okuyabiliyorum, ancak bu bilgilerden sınav olacağını bilerek çalışma zorunluluğu işleri değiştiriyor :) Yazacaklarımda bazı konuları öne aldım yeniden listeler yaptım ancak şimdi de herkes gibi tatlı bayram telaşı içerisindeyiz. Yoğunluk sona erdiğinde ilk olarak çok iyi bir yemek blogu yazarı olan Hatice Hanımın değindiği konularla ilgili yazılarımı toparlamaya çalışacağım.
  Şimdilik, yarın Kurban bayramı ve doğum günüm olması münasebetiyle, aslında uzun zaman önce yapmış olmama rağmen karşınıza bu pasta ile çıkmak istedim :)
   Ben paketlenmiş hiç bir gıdayı tüketmiyorum, bunlara puding tozları, krem şanti, pasta dolgu kremaları, hazır pasta tabanları, tart jölesi de dahil. Bu pasta da bu saydıklarımdan hiçbirini içermiyor. Peki bunların hiçbirini kullanmadan bu pastayı nasıl yaptım? :) İlk olarak hazır gıda tüketmeme kararı aldığım dönemde, bir tatlı düşkünü olan ben, ancak kendim yaparsam içime sinen tatlı birşeyler yiyebileceğimi anladığımda başladım katkısız pasta yapmanın yollarını aramaya. Bir sürü yemek kitabı ve sayısız yemek blogu okudum. 2 senede çok fazla sayıda tatlı ve özellikle pasta denemem oldu. Sonunda katkısız tertemiz olduğu kadar göze hitap eden iştah kabartan şeyler yapmanın da mümkün olduğunu kendimce kanıtlamış oldum. Bu blogda paylaşmak istediklerimin arasında, katkılı ürünlerin yerine evde geliştirdiğim alternatifleri koyarak uyguladığım tarifleri sizlerle paylaşmak da var, ve tabiki sizlerle fikir alışverişinde bulunmak.
  Hepinize sağlıklı, mutlu, sevdiklerinizle birlikte geçireceğiniz güzel bir bayram diliyorum. Kavurma ve tatlılara mesafeli durmayı unutmayın :)
  Bu pastamı ilk blog etkinliğim olan 48. Porselen demlik çay saati etkinliklerine gönderiyorum, ev sahibesi: sevgili Elzemhobby
  Pastanın yapılışına gelince;
  Pastanın kekini Emine Beder'in klasik pandispanya tarifiyle yaptım.
  1 yumurtaya 1 Türk kahvesi fincanı un ve 1 Türk kahvesi fincanı toz şeker ölçüsünü esas alarak,
  3 yumurta
  3 fincan şeker
  3 fincan un
  1 paket kabartma tozu
  1 paket vanilya
   Fırın 175 dereceye ayarlanıp kek kalıbının sadece tabanı yağlanıp unlanır (ya da sadece pişirme kağıdı serilir) bunun amacı pasta yapacağımız için kekin ortasının fazla kabarmamasıdır (püf noktası için Yeşim ablaya teşekkürler). Un ve kabartma tozu bir kapta aynı yerde elenir. Yumurtayla şeker krema haline gelene kadar yüksek hızda iyice çırpılıp hız düşürülür ve vanilya ve elenmiş un karışımı yavaşça eklenir, un topakları görünmeyinceye kadar yavaşça karıştırılıp daha fazla karıştırmadan bırakılır. Kek hamuru kalıba dökülüp fırına verilir. İlk 20 dakika fırının kapağını açmayıp daha sonra bıçak veya kürdanla içinin pişip pişmediği kontrol edilir ve fırından alınır. Biraz soğuyunca kalıptan çıkarılıp fırın ızgara teli üzerinde soğutulursa daha iyi olur. Soğuduktan sonra kek ikiye bölünür.


   Pastanın ara kreması: Yine Emine Beder'in tarifi olan, favori krema tarifimi kullandım. Neredeyse tüm pastalarda sadece bunu kullanıyorum, pastaya göre bazen kakao, limon kabuğu, portakal kabuğu ekleyerek uyguluyorum hepsinde harika oluyor.
  Yarım litre süt (2-2,5 su bardağı)
  2 yemek kaşığı un (tepeleme)
  1 yemek kaşığı nişasta
  yarım su bardağı şeker
  2 paket vanilya
  50 gram tereyağı (1 yemek kaşığı) (oda sıcaklığında)
  Tencereye un, nişasta, şeker konulup yavaş yavaş süt eklenip topaklar kaybolana kadar çırpılır, tencere ocak üstüne alınır. Göz göz olana kadar karıştırarak pişirilir. ateşten alıp iyice soğutulur. Soğuyunca tereyağı ve  vanilyalar eklenip mikserin en yüksek hızında iyice çırpılır ve kremamız hazır. Kıvamı, kokusu ve tadı müthiş bir krema oluyor.
  Pastanın üst kreması: Uzun süre krem şanti yerine ne kullanabilirim diye araştırdıktan sonra mereng (beze) hamurunun pasta üst süslemesinde de kullanıldığını öğrendim. Ve mereng hamuru görünüm itibariyle krem şantiyi aratmıyor, hatta daha parlak bir görüntüsü oluyor. Tadının kullanılan pudra şekerine göre değiştiğini zaman içerisinde gördüm. Siz de deneyerek en güzel olanını bulabilirsiniz. Mereng hamurunun yapılışı çok basit, orta boy bir pastanın dışını kaplamak ve süslemek için,
 2 yumurta akı
 1 fiske tuz
 2-3 damla limon suyu
 1,5 su bardağı kadar pudra şekeri yeterli oluyor. Yalnız yumurta aklarına iğne ucu kadar dahi sarısından karışmamasına çok dikkat edin. Ve kabınızla mikserlerinizin ucu tamamen temiz ve kuru olmalı, aksi halde yumurta akları köpürmüyor. 2 yumurtanın akını derin bir karıştırma kabına alıp 1 fiske tuz ile çırpmaya başlıyoruz. Biraz sabretmeniz gerek, hemen katılaşmıyor. Beyazlaşıp köpükleşmeye başlayınca kaşık kaşık pudra şekerini eklemeye başlıyoruz. Şekeri ekledikçe hamurun katılaşıp sivri sivri uçlar vermeye başladığını göreceksiniz, o zaman ideal kıvama gelmiş demektir. Son bir kaşık şekerimizi eklemeden önce 2-3 damla limon suyunu da ekliyoruz. Siz yine de kıvamını ve tadını istediğiniz kadar şeker ekleyerek ayarlayabilirsiniz. İşlemleri tamamladıktan sonra kremamızı hemen buzdolabına alıyoruz. Biraz soğuduktan sonra sürülmesi daha iyi oluyor. Süsleme torbası ile şekiller yapmak istediğinizde ise dondurucu bölümünde bekletmeniz daha iyi olur.
-Krem şanti yerine kullanabileceğiniz bir diğer alternatif burada.
  Pastanın hazırlanışı: İkiye kesmiş olduğumuz kekimizin üstünün düz durması için öncelikle üst parçayı alıp tabağımıza koyuyoruz. Yarım bardak kadar sütle kenarlarını daha fazla olacak şekilde ıslatıyoruz. Alt parçayı fazla ıslatmamaya özen gösterelim çünkü üst parçadan akan sütler de alttaki keki ıslatacaktır. Sonra ara kremamızı sürüyoruz, istediğimiz meyvelerden serpiştiriyoruz. Daha sonra kekin aslında alt parçası olan kısmı alıp üstüne koyuyoruz ve kremaya yapışması için hafifçe bastırıyoruz. Bu işlemleri pasta çemberinde ya da kelepçeli kalıbın çember kısmını kullanarak yapmak daha homojen dağılımı sağlıyor. Hatta üst parçayı da koyduktan sonra çember ile birlikte bir süre dolapta dinlendirmek daha iyi sonuç veriyor. Sonra üst parçayı da süt ile ıslatıyoruz. Çemberi çıkarıp dolapta beklemiş olan mereng hamurumuzu spatula ile her tarafına sürüyoruz. Üzerini dülediğimiz gibi süslüyoruz.
 Pastanın yan taraflarındaki hataları kapatmak için kivi ile süslemek harika bir fikir. Ben üzerinde de kivi kullandım. Ve kivilerin kararmaması için, evde hazırladığım tart jölemi kullandım, kesinlikle hayvan kemiklerinden yapılan jelatinlerden değil.
  Ev yapımı tart jölesinin tarifi ise şöyle:
  1 bardak suya yarım çay bardağı pudra şekeri ve 1 tatlı kaşığı nişasta ekleyip pişiriyoruz. Kıvamını ayarlamak için soğuk suda eritilmiş nişastayı yavaşça ekleyerek kontrol edebiliriz ya da koyu olursa ılık su ekleriz.
 Bunun yerine su ile seyreltilmiş kayısı reçeli veya bal da kullanabiliriz. Bir fırça ile hafifçe meyvelerin üzerine sürdüğümüzde kararmayacaklardır.
  İşte size tüm malzemeleri evde hazırlanmış tertemiz bir pasta :) Ben bu bileşenleri yapılışlarıyla bir araya getirmek için araştırarak çok vakit kaybettim, benim gibi hazır madde tüketmeme kararı almış olan arkadaşlar için bunların hepsinin bir arada bulunabileceği bir yer olsun istedim. Tüm çabam bu yöndedir, yoksa bir pasta ustası değilim :)
  Deneyeceklere afiyet olsun, yapımı ile ilgili sorularınız varsa lütfen not bırakın. Tekrar hepinize iyi bayramlar..:)
*Not: Kabartma tozu da bir katkı maddesi evet, önceleri ona da temkinli yaklaşıyordum ancak araştırmalarım neticesinde sakıncalı olmadığını anladım ve şimdi gönül rahatlığıyla kullanıyorum..
** Pudra şekeri toz şekerin inceltilmiş hali olduğu için ona da güveniyorum..
*** Mereng hamuruna krem tartar katılırsa katı formunu daha iyi koruyabileceği kaynaklarda yazıyor ancak krem tartarı henüz detaylı araştırmadığım için onu kullanmıyorum..

22 Kasım 2009 Pazar

Kırmızı Reishi Mantarı (Ölümsüzlük Mantarı)

  Bugün Ülke Tv'deki "Önce Sağlık" programında Uzm. Dr. Soner Dileklen daha önce duymadığım reishi isimli bir mantar türünden söz ediyordu. Doktorların genelde alternatif tıbba soğuk durduklarını biliriz, ancak Soner Bey gibi bazı bitkileri özel ilgi alanı edinmiş olan kişiler de var. Ve anlattıklarına göre kendisi bu mantarla ilgili oldukça fazla araştırma ve çalışmalarda bulunmuş. Ondan dinlediğim benim için yeni bilgileri burada sizlere de aktarmak istiyorum. Böylelikle benim için de daha sonra detaylı araştırılacak bir konu olarak not düşmüş olacağım.
  Reishi mantarı bildiğimiz mantar ailesinden bir tür. Doğada yeşil, sarı, kırmızı gibi renklerde bulunabilen bu mantarlardan kırmızı olanı tıbbi olarak kullanılıyor. Genelde mantarların büyümesi çok kolaydır ancak bu özel mantarın yetişmesi oldukça zormuş. Uzakdoğuda yüzyıllar öncesinden beri kullanılıyormuş ve günümüzde de reishi mantarı ile ilgili uzakdoğuda çok ciddi çalışmalar sürdürülüyormuş. Uzakdoğu hükümdarları halkı bu mantarları toplayıp kendilerine getirmeleri için ödül bile verirlermiş. Böylece hanedanın ömrünün uzayıp sağlıklı olmasının sağlanacağına inanıyorlarmış. Hatta bu yüzden bu mantara "Ölümsüzlük mantarı" adını vermişler.
  Yapılan çalışmalarda da kırmızı reishi mantarının özellikle bağışıklık sistemini güçlendirici çok önemli etkileri ortaya çıkmış. Doktorun söylediğine göre düzenli kullanımda 4-6 haftada bağışıklık sisteminde belirgin olumlu gelişmeler gözleniyor, 3 aya kadar da bağışıklık sistemi gerçekten çok kuvvetleniyor. Aynı zamanda kırmızı reishi mantarında adenozin ve polisakkaritler gibi 20 kadar etken bileşik bulunuyormuş. Adenozin aritmi tedavilerinde, polisakkaritler ise karaciğer yenilenmesinde-karaciğer yağlanması tedavisinde kullanılan maddeler olduğundan bu maddelerin de getirdiği olumlu etkilerden dolayı da kullanımı tercih ediliyormuş. Kanser gibi bağışıklık sisteminin zayıf düştüğü hastalıklarda hastaların kendi ilaçlarının yanında ek olarak bunu kullanmalarını mutlaka öneriyor. Kanserli hayvanlarda yapılan çalışmalarda önemli oranda tümör küçülmesini sağladığı izlenmiş. Diyabet ve kırmızı reishi mantarı ilişkisini araştırmış olan doktor, özellikle Tip 2 diyabetlilerin düzenli kullanımla kan şekerinin %20 gibi önemli bir oranda düştüğünü gözlemlemiş. Herkesi grip korkusunun sardığı bugünlerde de bağışıklığı güçlendirmeye yardımcı önemli bir kaynak olarak tüketilebilir.

*kırmızı reishi mantarı
   Türkiye'de de özel olarak kültürü yapılan bu mantarı yukarıdaki resmi aldığım satış sitelerinden irtibatla elde edebilirsiniz. Kırmızı reishi mantarı kurutulmuş olarak satılıyor ve Doktor Soner Bey'in önerisiyle kaynatılarak çay gibi suyu içilerek tüketiliyor. Ben de fırsat bulduğumda edinip denemeyi istiyorum o zaman tekrar gözlemlerimi yazarım. Hepinize sağlıklı günler dilerim, bana da iyi bir sınav haftası..:)
 * Mantar bitkiler aleminde yer almayıp kendi başına fungi aleminde yer alıyor ancak ben bitkisel droglar kategorisine ekliyorum.

** İstatistiklere baktığımda lesitinin zararları, ekmek katkıları, bitkisel çay hazırlanışı gibi anahtar kelimelerle sayfama gelindiğini görüyorum, ziyaretçilerin araştırma konuları ile ilgili yorum bölümüne aradıkları konuyla ilgili not bırakmalarıyla ben de o konuyla ilgili araştırmalarımı öncelikli olarak yazabilirim. Yazılacak listemde birçok konu olduğundan sıralama belirlemede sizlerin yardımcı olması daha iyi olur. Tüm okuyucularıma taze bloguma ilgilerinden dolayı teşekkürler...

19 Kasım 2009 Perşembe

Nane (Mentha piperita) - Nane Uçucu Yağı (Menthae aetheroleum)-Mentol

  Bugün olduğumuz farmakognozi sınav sorusu..:) Mentolün kimyasal formülü, hangi bitkilerde major bileşik olarak bulunduğu, etki ve kullanılışları soruluyordu. Sınavın basit sorularından biriydi, bakalım bu soruların cevapları nelermiş.. (sınavlarım bitip fotoğraf makineme şarjlı pil alabildiğimde kendi fotoğraflarımla yazılarımı yazacağım inşallah..)
  Hepimiz naneyi aslında çok yakından tanıyoruz. Midemizi üşüttüğümüzde çoğumuzun ilk başvurduğu ilaç nane-limondur değil mi. Geleneksel olarak yüzyıllardır midevi olarak kullanılmış olan nanenin, teknoloji ilerleyip içeriğindeki etken maddelerinin kimyasal yapıları incelendiğinde gerçekten de midevi olduğu kanıtlanmış. Bana bu örtüşmeler hep mucizevi gelmiştir..
  Nanenin içeriğindeki mide üzerinde rahatlatıcı etkisini sağlayan asıl etken madde Mentoldür. Mentol, monosiklik monoterpen yapısında bir kimyasal bileşiktir. Doğal mentol, Mentha arvensis türlerinden elde edilen uçucu yağın (Menthae aetheroleum) soğukta bekletilmesi ile renksiz iğne biçiminde kristaller şeklinde çöker ve böylece ham olarak elde edilir. Mentol laboratuvar ortamında yarı sentetik olarak da elde edilebilir. Buralardan elde edilen mentol çeşitli ilaç formlarının bileşimine katılır.
  Mentolün elde edildiği nane türlerinin başında Mentha piperita (Mentha aquatica ve Mentha viridis melezi) ve Mentha arvensis (Japon nanesi) gelmektedir. Mentha piperita var. officinalis forma rubescens ise Mitcham nanesi olarak tanınır, en hoş kokulu nanedir ve mentol oranı yüksektir. Bunların yanı sıra M. longifolia, M. aquatica ve M. pulegium da mentol kaynağıdır ancak içerdikleri mentol oranı düşüktür. Türkiye, ülkemiz bu nane türlerinin bir kısmının (M. piperita) yetişebilmesi için elverişli olmasına rağmen çok büyük oranlarda nane yağı ve mentol dış alımı yapmaktadır (yılda 20'şer ton kadar). Isparta Kayseri ve Mersin'de deneme kültürlerine başlanmışsa da yaygınlaşamamıştır. Türkiye'de Mentha piperita kültürünün yaygınlaşması gerekiyor, organik tarımla ilgilenenlere buradan duyuru olmuş olsun.
  Araştırmacı arkadaşlar için verdiğim bu bilgilerden sonra günlük hayatımızda nanedeki mentolden nasıl faydalanabileceğimizden bahsedelim:
  Yukarıda geçtiği gibi, nanenin faydaları büyük çoğunlukla mentolden ileri gelmektedir ve mentol, nanenin kaynatılması ile açığa çıkan uçucu nitelikte olan yağında bulunmaktadır. Genellikle nane-limonumuzu bir cezveye koyup ağzı açık olarak uzun süreler kaynatırız. Ancak etken maddesi uçucu yağında olan tüm bitkiler için olduğu gibi, nane için de bu yanlıştır. Doğru olanı, nanenin üzerine kaynar su koyup yağının uçma miktarını azaltmak için ağzı kapalı olarak kısa süre (5 dakika kadar) kaynatmalıyız ve hemen içmeliyiz. Küçük miktarlarda hazırlayıp taze olarak tüketmeliyiz. Her içim için yeni çay hazırlamak en iyisidir. Soğuduktan uzun süre sonra tekrar ısıtılsa da nane çayı büyük oranda mentolden kaynaklanan etkilerini yitirecektir.
  Evde yapabileceğimiz bu çayların yanı sıra, eczaneler ve aktarlarda bulabileceğimiz şişelenmiş nane uçucu yağı (Menthae aetheroleum) da faydalanabileceğimiz önemli bir alternatiftir. Günlük belli oranlarda (eczacı ve doktorunuza danışarak) örneğin günde 10'ar damla nane uçucu yağını gargara sularımıza, içeceklerimize katarak yararlarından istifade edebiliriz.
  Son olarak mentolün etki ve kullanılışlarını söyleyecek olursak:
-Mide bulantısını engeller, mide bulantısını geçirir. Özofagus sinirleri üzerinde spazmolitik etkilidir, mide ağrılarını gidermede kullanılır.
-Ağız ve boğaz mukozasında ferahlık oluşturur.
-Solunum yolları antiseptiğidir (mikroorganizmalardan temizleyici). Bu özelliğinden dolayı buğu (inhalasyon) ve boğaz pastili tipi preparatların bileşimine saf halde veya uçucu yağ ile girmektedir.
-Kaşıntılara karşı hazırlanan (antiprüritik) losyon, emülsiyon, pomad ve kremlerin bileşiminde mentol bulunur.
-Hafif lokal anesteziktir, aynı zamanda antiseptik olduğu için sivilce-akne tedavisinde %50'lik çözeltileri kullanılır.
-Ferahlık hissi verdiği için ve antiseptik özelliği nedeniyle ağız ve diş sağlığı ürünlerinin bileşimine girer (diş macunları/tozları, gargara suları..).
-Aromaterapide ağrı kesici olarak tercih edilir.
-Karminatif etkisi nedeniyle gaz gidericidir.
Gördüğümüz gibi, doğanın kendisi bir eczane. Yalnız, en önemli olan elimizdekileri doğru şekillerde kullanabilmek, bunun içinse bu konuların eğitimini almış kişilere başvurmaktır.
Bir an önce yaban mersini ile ilgili bir yazı yazabilme isteği ile..:)
Keyifli kalın...

14 Kasım 2009 Cumartesi

Astım-Allerji ve Gıda Katkı Maddeleri


 Cuma günkü farmakoterapi sınavıma çalışırken çok önemli bir şey dikkatimi çekti. Astım ve KOAH konu başlığı altında astım tetikleyicileri listesi vardı. (Ayrı olarak bu konuyla ilgili lütfen Astımlıların Dikkatine konusuna göz atın.) Bu listede birçok etkenin yanında "Gıda katkı maddeleri" de yer alıyordu, ve beynimde bir kıvılcım çaktı. Doğru ya, dedim kendi kendime. Allerjik bir hastalık olan astım, gıdalarda doğal olarak bulunan ve sonradan eklenen allerjen özellikteki maddelerle de tetiklenebilirdi. Bunun üzerine astım ve benim özel ilgi alanım olan katkı maddeleri ile ilgili bir yazı yazma ihtiyacı ortaya çıktı.
  Bazı basit yapılı kimyasal maddeler aslında allerji etkili olmadıkları halde vücut içindeki bir taşıyıcı proteine bağlandıkları zaman antijen-allerjik özellik kazanırlar ve kendilerine karşı vücudun antikor üretme-savunma mekanizmasını harekete geçirirler. Bu maddelere karşı gelişen reaksiyonlar astım, ürtiker(kurdeşen), rinit(saman nezlesi) tarzında olabilir. Bu özellik her insanda aynı şekilde harekete geçmez ve dolayısıyla bir kişinin örneğin yumurtaya allerjisi varken diğeri hiçbir rahatsızlık duymadan bu gıdayı tüketebilir. Ancak allerjisi olan insanların hassasiyetleri olan gıdaları tüketmeleri veya başka şekillerde bu allerjene maruz kalmaları çok ciddi sonuçlar doğurabilir. Örneğin astım hastalarında astım ataklarının tetiklenmesi gibi.
  Evet gıda katkı maddeleri gıdalara çok küçük oranlarda katılıyor olabilirler ve bu, insanlara astım krizini tetikleyebilecek kadar önemsenecek bir düzey gibi gelmeyebilir. Ancak bisküvi, kek, dondurma, cips, çikolata, puding, salam, sosis... gibi hazır tüketilen yüzlerce maddeyi bir düşünün. Aslında ne kadar çok tüketiyormuşuz değil mi? Ve katkı maddeleriyle ilgili ilk yazımda geçtiği gibi, kişi başına bu miktar yılda 5-6 kilogramı buluyor. Dehşet bir rakam bu bence. Üstelik çok büyük çoğunluğu hiç bir gıda değeri taşımayan ve bir kısmı zararlı olmasa da büyük bir kısmı özellikle hassasiyeti olan insanlar, üreme çağındaki genç erkek ve kadınlar, gebeler ve gelişme çağındaki çocuklar için, yüksek miktarda tüketildiğinde oldukça tehlikeli olabilecek maddeler. Belki en ummadığımız yerde bile kullanılıyorlar, nereye kaçsak bizi yakalıyorlar ama en azından bu korkunç miktarı aşağıya çekmeye çalışabiliriz. Özellikle de astım gibi allerjik rahatsızlıkları olanlar bu konuda sağlıkları için daha duyarlı olmalılar. Kimin aklına gelir afiyetle yediğimiz bir bisküvinin astım krizimizi tetikleyeceği değil mi.. Ancak gerçek bu ve korunmak da bizim elimizde. İşte size başucu kitabım olan Gıdalar ve Katkı Maddeleri'nden (Prof. Dr. Hasan Doğruyol,Nobel Tıp Kitabevi) astım-allerjik rahatsızlıkları olanların uzak durması gereken katkı maddelerinin E kodlu listesi:   (Zaman bulduğumda isimlerini de yazmaya çalışacağım)
  E102   E110   E122   E123   E124   E127   E131
  E132   E153   E154   E155   E210   E211   E212
  E213   E214   E215   E216   E217   E218   E219
  E220   E221   E222   E223   E224   E226   E230
  E231   E232   E233   E239   E249   E250   E251
  E252   E260   E261   E262   E320   E321   E413
  E621   E622   E623
  Ve aynı kitapta hocamızdan uyarılar:
"Azo Boyaları (Tartrazine) ve Azo Boyaları Dışındakiler(Eritrosin); bütün boyar maddeler ürtiker, astım ve genel allerjik reaksiyonlar gibi bozukluklara sebebiyet verirler. Nitrat ve Nitritler (E249-E252); Et ürünlerine katıldıklarında onları pembe-kırmızıya boyayarak daha cazip kılar. Sucuk, salam, sosis gibi ürünlere katılır."
"Astım, allerji ve hiperaktivite belirtileri olan çocuk ve gençler özellikle renklendiriciler, bozulmayı önleyiciler ve sabit tutuculardan uzak tutulmalıdır."
Renklendirici, sabit tutucu gibi katkı madde gruplarını daha sonraki yazılarımda ele almayı düşünüyorum.
Sağlıklı kalın...

Astımlıların Dikkatine

  Farmakoterapi dersimden notlarla sizlere astım hastalarının kriz riskini yükselten tetikleyici etkenlerden bahsetmek istiyorum. Burada tabiki astım tedavisi ile ilgili şeyler söylemeyeceğim, hekimlere danışarak en doğru bilgilere ulaşılabilir. Astımın birincil tedavisi non-farmakolojik tedavidir yani ilaç kullanma aşamasından önce hastalığı tetikleyen etkenlerin uzaklaştırılması ve hayatın buna göre düzenlenmesi esastır. Sadece hayat standardını yükseltme yönünde okuyucularımın fikri olması için, bu faktörlerden uzak durmalarını tavsiye edebilirim:
* Sigara. En yaygın olması sebebiyle en sık maruz kalınan etkendir ve böylece astım krizini tetikleyen en önemli faktör sigara dumanıdır. Astımlılar aktif ve pasif içicilikten kesinlikle uzak durmalıdır. Özellikle çocukluk çağında dumanla temas ile astıma yatkınlık oluşturabilen bir etkendir.
* Allerjenler. Ev tozu akarları,ev hayvanları, hamam böcekleri, küf mantarları, polenler allerjenlere örnek olarak verilebilir.
* İç ve dış ortam hava kirliliği. Astımlı hastanın yaşam kalitesini düşürür ve astım krizini tetikleyicidir. Soba, fırın yakıtları, kızarmış yağlar, oda spreyleri, boya ve ciladan kaynaklanan gazlar, irritan temizlik maddelerinin (tuz ruhu,çamaşır suyu gibi) buharları.
* Egzersiz, çok hızlı soluk alıp verme durumları (hiperventilasyon).
* Enfeksiyonlar. Üst solunum yolu enfeksiyonu gibi durumlar.
* Gıda katkı maddeleri. Allerjik özellikte olan gıda katkı maddeleri astımı tetikleyicidir.
* Duygusal faktörler. Duygusal değişimlere bağlı olarak vücutta hormon seviyelerinin değişmesi ve dolaylı olarak bronşların daralması.
* Gastroözefageal reflü hastalığı olanlar.
* Bazı ilaçlar. Aspirin ve diğer nonsteroid antienflamatuvarlar, Beta blokerler, Glokomda kullanılan kolinerjik göz damlaları ve ilaçlar, ACE İnhibitörü ilaçlar bronşlar üzerinde daralma yönünde etki yaparak krizi tetikleyebilir. Buna göre, Astım hastalarının kesinllikle doktoruna danışarak ilaç kullanması gerekmektedir. Aspirin dahi olsa kendi başına ilaç kullanılmamalıdır, ağrı kesici almak istenildiğinde eczacıya astım hastası olunduğu mutlaka söylenmelidir. 
Burada özellikle üzerinde durmak istediğim nokta buydu. İlacınızı sadece eczacıdan almalısınız, komşu-akraba tavsiyesi sonucu kontrolsüz olarak kullanılan ilaçlar hiç aklınıza gelmeyecek sonuçlarla size geri dönebilir. Ve eczacınızın size sorma yükümlülüğü olsa da, siz bir ilacı almadan önce daha önceden var olan rahatsızlıklarınızı bildirmelisiniz. Bir dönem açılmaya çalışılan "Drugstore" tipi marketlerin aslında nasıl büyük bir tehlike olduğunu böylece bir kez daha görmüş oluyoruz. Birşeyler kılıfına uydurulup bu marketlerin önü açılsa bile, sağlığınız için ilacınızı eczaneden almaktan lütfen vazgeçmeyin.
Tüm astım hastalarına buradan geçmiş olsun diyorum, keyifli kalın...

8 Kasım 2009 Pazar

Evde Ekmek Var! -Yaş Mayalı Beyaz Ekmek-

 
 Hazır olarak tüketmek istemediğim gıdaların arasında ekmek de var. Katkı maddelerinden başka fırınların hijyen şartlarına uygun olup olmadığını bilememek şüphesi de bu isteğimi haklı kılan hususlardan. Gerçi unlara katılan beyazlatıcılar vesaireler de var ama bu kadar derine inince işim çok zorlaşıyor, bazı şeyleri uygun olan formunu bulana kadar göz ardı etmek durumunda kalıyorum. Unlarla ilgili de bir araştırmam olacak, uygun bir zamanda ekolojik pazara gidip organik un temin etmem ve denemem lazım. Un üreticilerine göndereceğim mailleri de sayfamda yayınlayacağım.
 Önceleri hazır ekmeğe mecburmuşum, bunun alternatifi yokmuş gibi hayıflana hayıflana "mecburen" yerdim fırın ekmeğini. Sonra bir gün dedim, neden ben de evde ekmek yapamayayım ki?! Ve kolları sıvadım :) Önce bu işin ustalarından iyi ekmek tarifleri bulmak lazımdı. İnternette bununla ilgili araştırma yaparken 40 Fırın Ekmek Kitabı'nı buldum ve bir hazine sandığı bulmuşçasına sevindim! Tuba Hanım o kadar güzel anlatmış ki tariflerini, başarısız olmak mümkün değil. Üstelik mayalarla ilgili birkaç soru sorduğum maillerime verdiği içten ve detaylı cevaplarıyla da gönlümü fethetmiş durumda kendisi :) Bu siteye rastlamak ekmek yapma hevesimi de perçinledi ve daha sonra birkaç denemem daha oldu. Yani artık Handenur ekmek işine de el attı :) Yalnız zamanı çok değerli olan benim gibi okuyan veya çalışan kişiler için bir ekmek yapma makinesi şart. Uzun zamandır da ekmek makinesi modellerini araştırıyorum, aslında bir tanesinde karar kıldım ama annem mutfakta yer kaplayacağı düşüncesiyle bana engel olmaya çalışıyor. Ama eninde sonunda benim galip gelip o makineye kavuşacağımı ikimiz de biliyoruz :)
Bu ekmeğin tarifi de 40 Fırın Ekmek Kitabı'ndan. İçinde ekstra tatlandırıcı malzeme olmayan sade bir ekmek yapmak isteyenler için çok uygun. Ben makinem olmadığı için tüm işlemleri elde yaptım. Tarifi aynen aktarıyorum:
 Yaş Mayalı Beyaz Ekmek


Malzemeler:

4 bardak beyaz un
1½ tatlı kaşığı şeker
1 tatlı kaşığı tuz
1/3 küp (15 gram) yaş maya
 bardak süt, ısıtılıp parmak dayanana kadar ılıtılmış
1 bardak su, ılık
yemek kaşığı tereyağı, yumuşatılmş (veya sıvıyağ)
orta boy somun
Elde Yapılışı: 
1.Orta boy cam bir kabın içine yaş mayayı, sütü ve şekeri alıp tahta bir kaşıkla ezin. Üzerine streçfilm kaplayarak ılık bir yerde veya kalorifer üzerinde 10-15 dakika bekletin. Bu sürede mayanızın kabararak üzerinde köpüklerin oluşması gerekir. Eğer bunlar olmamışsa, mayanız çalışmamış olduğundan ekmek yapmak için yenisini hazırlamak gereklidir.
2.Eğer elle yapıyorsanız unu, tuzu ve tereyağını geniş bir kapta karıştırın. Suyu ve çalıştırılmış mayayı karışıma ilave edip 7-8 dakika kadar yoğurun. Hamurunuz oldukça yumuşak olacak ve şekil vermesi kolay olacaktır.
3.Eğer mikser ile yapıyorsanız, mikserinize hamur yoğurma aparatını taktıktan sonra unu, tuzu ve tereyağını mikser kabına alın. Suyu ve çalıştırılmış mayayı karışıma ilave edip 3-4 dakika kadar yoğurun. Hamurunuz oldukça yumuşak olacak ve şekil vermesi kolay olacaktır.
4.Hamurunuzu ağzı kapalı bir kaba alıp evinizin ılık bir köşesinde 1 saat mayalanmaya bırakın.
5.Hazırladığınız hamuru 5 dakika yoğurun, ikiye ayırı20 cm uzunluğunda iki rulo haline getirin. Aralarında 10-15 cm boşluk kalacak şekilde iyice unlanmış tepsiye yerleştirin.  
6.Tepsinin üzerini streçfilm ile kaplayıp 1 saat ılık bir yerde bekletip tekrar mayalanmasını sağlayın.  
7.Mayalanan ekmeğin üzerine çok keskin bir bıçak yardımıyla verev olarak 4-5 çizik atın.
8.Önceden ısıtılmış 220 derece fırında yaklaşık 25 dakika, ya da üstü iyice kızarana kadar pişirin.
Makinede yapılışı için lütfen asıl tarifi tıklayın.

5 Kasım 2009 Perşembe

Lesitin (E 322, Lecithine)

  GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizma) tartışmalarının ayyuka çıktığı şu günlerde gıdalar ve katkı maddeleriyle ilgili bir yazı sanırım isabetli olacak. Bu yazımda hocalarımızın kitaplarından alıntılayacağım bölümlerde gıdalara eklenen katkı maddelerinin üretilmesi için de bazı organizmaların genleriyle oynandığını  göreceksiniz. Gerçi son haberlerden sonra paketlenmiş hiçbir gıda yemiyor olmamın bile boğazımdan geçen şeyden emin olabileceğim anlamına gelmediğini bir kez daha görmüş bulunuyorum. Bir yandan domuz gribi, bir yandan genetiği değiştirilmiş gıdalar, bir yandan sebze meyve üzerindeki tarım ilacı kalıntıları, duyarlı insanlar ne yapacağını şaşırmış durumdalar. Gribe karşı bol sebze meyve yiyin, ancak önce mutlaka sirkeli suda bekletin, ve dikkat edin fare, bakteri, balina vs. geni içermesin (!!).. GDO tartışması bu kadar yükseltilirken bir yandan nasıl ısrarla domuz gribi aşısı yaptırın denilebiliyor buna da anlam veremiyorum. Bu aşı GDO'ların dolaysız olarak direkt insan vücuduna verilmesi demek. İlaç ve özellikle aşı üretimi safhalarından az çok haberdar olan bir insan bu aşıların hiç de masum olmadığını idrak edebilecektir. Aşılar canlı organizmalar (çoğunlukla maymun böbreği, at, domuz ve çeşitli yumurtalar) içerisinde çoğaltılarak çeşitli birkaç işlemden daha geçip insanlara ulaştırılıyor. Bu apayrı bir yazının konusu ve aslında tam bir çıkmaz, kaos.
Biz şimdilik gıdalara eklenen en favori katkı maddesinden bahsedelim.

Lesitin, Prof Dr. Kasım Cemal Güven'in Tıbbi Formüler (Nobel Tıp Kitabevi) kitabında şöyle tanımlanıyor: "Gliserinin iki OH'ı yağ asidi ve bir OH'ı da fosforik asit kolin, fosforik asit dietanolamin, fosforik asit inozitol veya diğer fosfatidlerden biri ile esterleşmiş halidir."
Aynı kitapta lesitin ve karşılığı lesitin olarak gösterilen ovolecithinum isimli bir diğer maddenin kaynakları şöyle belirtiliyor: "Birçok nebat ve hayvanlarda, bilhassa yumurta sarısı, beyin, adale ve sütte bulunur. Soya fasulyesinden elde edilir. Ayrıca pamuk tohumu, yer fıstığı, hint yağı tohumundan elde edilir. Yumurtadan elde edilene egg lecithin denir." Ve ovolecithinum başlığı altında, "su ve asetonda çözünmez, alkol, kloroform, benzen ve eterde çözünür" ifadesi geçmekte. Yani lesitin bulunan bir gıda maddesi büyük ihtimalle alkol de ihtiva etmektedir, çünkü lesitinin işlenebilir hale gelmesi için iyi bir çözücüde çözünmesi gerekir ve bu da lesitin için alkol, kloroform, benzen veya eterdir. Alkol dışındakiler insan sağlığına alkolden çok daha zararlı olduğu için bu noktada alkol tercih edilecektir.
Prof. Dr. Hasan Doğruyol'un Gıdalardaki Katkı Maddeleri ve Zararları (Nobel Tıp Kitabevi) kitabında ise lesitinle ilgili şunlar yer alıyor:
"Lesitin bütün canlı hücrelerin içerisinde vardır. Özellikle beyin ve sinir hücrelerinin ana maddelerinden birini teşkil eder.(...) Lesitin ilk önce yumurta sarısından elde edilmiştir ve halen de bu tür üretim devam etmektedir. Ayrıca hayvansal kaynaklı üretim de söz konusudur. Piyasalardaki lesitinin çoğu soya yağından elde edilir (kendisinden lesitin elde edilen soyanın genleriyle oynanmış olabilir "genetically modified soy"). Ayrıca baklagillerden, mısırdan ve yer fıstığından da elde edilebilir. Fakat bu ürünlerin genleriyle oynanmış olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır. Gıda kimyasında emülgatör olarak kullanılmakta olan lesitin suyun yüzey gerilimini düşürür ve çikolata, margarin, dondurma ve mayonez gibi ürünlerde yağların su ile kolayca karışmasını sağlar. Ekmek ve benzeri ürünlerde ayrıca hacim arttırıcı olarak kullanıldığı gibi bayatlamayı da önler ve dolayısıyla tezgah zamanını uzatır. Margarinlerde su sızmasına mani olur, bu şekilde kızartma sırasında yağ sıçramalarına engel olur.
Bu kadar yaygın kullanımı olan bu madde hakkında şu uyarılar göz önünde tutulmalıdır:
a. Bu madde bitkisel veya hayvansal kaynaklı olabilir.
b. Piyasalarda kullanılan lesitin genellikle bitkisel ve yumurta kaynaklıdır.
c. Lesitin üretilen bitkilerin genleriyle oynanmış olabileceği akıldan çıkarılmamalıdır."
 
Görüldüğü gibi lesitin günümüzde birçok gıdanın bileşimine katılmakta. Bitkisel margarin olarak bildiğimiz yapay yağların da içeriğinde hayvansal kaynaklı olabilen lesitinin kullanıldığını anlıyoruz. Hatta ekmeklerimizde bile bu tehlike yakamızı bırakmıyor. Soya lesitini ibaresi bulunan ürünler ise içimizi tam olarak rahatlatıyor sayılmaz. Çünkü bu sefer de genetiği değiştirilmiş soyadan elde edilmiş olma riski karşımıza çıkıyor. Ekmek konusunda belki çoğumuzun eli kolu bağlı ancak diğer hazır tüketim ürünlerini kısıtlayarak vücudumuza giren lesitinle birlikte birçok katkı maddesi miktarını da azaltabiliriz.
Bu konuyla ilgili sorular olursa daha detaylı fikirler verebileceğimi umuyorum.
Sağlıklı, keyifli günler dilerim...

***Şunu not düşmek isterim ki; lesitin tamamen helal olarak üretilip kullanılabilir de. Bu yazımda tamamen lesitini kötülemiyorum. Yalnızca ülkemizdeki etiketlendirme ve gıda sınıflandırması sistemi bize yeterli bilgi vermediği için lesitin içeren herşeye "şüpheli" gözüyle bakmamız gerektiğini söylüyorum. "Biz bir haramı işlememek için kırk helalden vazgeçerdik." diyen sahabenin yaşamına bakınca lesitinli gıdaları helal sertifikası almadıkça tüketmemek çok da zor görünmüyor.. Zira Türkiye'de böyle tüm gıda içeriğini uluslararası helal sertifikalarıyla yayınlayan bir firma var: Afia Gıda ve lesitini helal olanından kullanıyor...

1 Kasım 2009 Pazar

Handenur'dan haller :)

***Grip beni de vurdu, laboratuvarda 2,5 saatin sonunda daha fazla ayakta kalmaya dayanamayıp farmasötik kimyadan telafiye kalmak istediğimi söyledim. Umarım telafi labında tekrar hastalanmam..
***"Nette çocuk var" diye çoğunluğu müzik içerikli olan "myspace" başlıklı hiçbir sayfaya giremememi anlayamıyorum...
***Geçen hafta asetik asit dökülen sağ elim deri değiştirdi ve yeni deri tekrar soyuluyor. Gözlük takmak için zorlanılıp eldiven giymeye izin verilmemesine anlam veremiyorum..
*** Kaynak göstermediğim yazılarımın kaynağı tamamen farmasötik botanik ve farmakognozi ders notlarımdır. Ders notlarımın çoğu ise Turhan Baytop Hocamızın eserlerinden-araştırmalarından derlenerek hazırlanmıştır.
*** En kısa zamanda Süleymaniye'deki herbaryuma gidip fotoğraf çekimi yapmak istiyorum. O zaman yazılarımı kendi fotoğraflarımla sunabileceğim inşallah..
*** Kendi bitki çizimlerimi de zaman bulabildiğimde fotoğraflayıp paylaşmak istiyorum...
***Mısır çarşısına şiddetle gitmek istiyorum! Çubuk tarçın, vanilya, beyaz karabiber, muskat cevizi almak istiyorum..
***Katkı maddeli hazır gıdaların yerine zaman içinde kendi geliştirdiğim katkı maddesiz ev yapımı alternatifleri fotoğraflı olarak paylaşmak istiyorum.. Kolları sıvayıp mutfağa girmem lazım :)




Mayıs Papatyası (Chamomillae flos)

   Papatya da ıhlamur gibi geleneksel olarak soğuk algınlıklarında sıklıkla kullanılan bir bitkidir. Mayıs papatyasının iyileştirici özellikleri % 0.2-0.5 oranında içerdiği uçucu yağda bulunan seskiterpen yapısındaki matrisin etken maddesinin uçucu yağın elde edilmesi sırasında (distilasyon ya da kaynatma) parçalanarak kamazulen açığa çıkarmasından ileri gelir. Kamazulenin iltihap iyi edici, ağız ve boğaz yaralarını iyileştirici özellikleri vardır. Papatyanın sakinleştirici özelliği ise ıhlamurda da bulunan farnesolden ileri gelir, kokusu da bu yüzden hafif ıhlamura benzer.
  Yalnız dikkat edilmesi gereken çok önemli bir husus vardır ki;
  Her papatya seskiterpen lakton içermez, yani kamazulen açığa çıkarma, yani kamazulenden ileri gelen tedavi edici özellikleri yoktur. Bu özelliğe sahip olan tür Matricaria chamomilla yani Mayıs papatyasıdır. Ancak yurdumuzda yetişen Matricaria chamomilla örnekleri herhangi bir seskiterpen lakton içermezler. Bu durum bazı Akdeniz ülkelerinde de böyledir. Yalnız, yapılan bir araştırmaya göre Türkiye'nin değişik yörelerinden toplanan 29 papatya örneği incelenmiş ve bunlardan sadece Sinop ve Fethiye bölgelerinde yetişenlerin uçucu yağında kamazulen saptanmıştır.
  Ancak bu demek değildir ki ülkemizden sağladığımız papatyalardan tedavi edici olarak faydalanamayız; papatyada bulunan kumarin ve flavonoitlerin de tedavi edici özellikleri vardır. Kumarin, kuvvetli spazm çözücü ve diüretik; flavonoit ise spazm çözücü etkilidir.
  Matricaria chamomilla ile karıştırılabilecek kadar benzer olan birçok bitki vardır. Bunlardan bazıları:
  -Anthemis nobilis (Alman papatyası)
  -Achillea millefolium (Civanperçemi)
  -Tanacetum parthenium (Gümüşdüğme)
   Mayıs papatyası benzerlerinden şu özellikleriyle ayırt edilir:
  -Yaprakları tül şeklindedir, dilsi çiçektir.
  -Kuruduğu zaman çok çabuk dağılır, tozlaşır.
  -Kokusu içeriğindeki farnesolden dolayı az ya da çok ıhlamura benzer.
  Yurt dışındaki eczanelerde birçok papatya preparatı satılmaktadır. Papatyadan özellikle ağız yaralarına karşı kullanılmak üzere ağız spreyi yapılmaktadır.
  Papatyanın, bayanların da çok iyi bildiği bir kullanımı vardır ki o da saçların veya tüylerin rengini açmaktır. Bu işlemde her bayanın aynı sonuç almadığınız duyarız, bazısında renk açılması olur bazısında ise hiçbir değişiklik olmaz. Bunun da sebebi kullanılan papatyanın renk açıcı maddeyi içermeyen papatya olması yani doğru papatya olmamasıdır. Saç rengi açmak için kullanılan kullanılan türler Anthemis nobilis ve Matricaria chamomilla'dır. Papatya alınacağı zaman iyi sonuç için bu isimlerle istenmelidir.
  Papatyanın genel olarak; iltihap iyi edici, ağız ve boğaz yaralarını iyileştirici, spazmolitik(spazm çözücü), antiseptik (özellikle boğaz enfeksiyonlarında temizleyici), ve sakinleştirici-rahatlatıcı etkileri vardır.
  Gribin tüm dünyayı sardığı bu günlerde kolay toparlanmayı sağlayıcı olarak ve mikrobun en kolay giriş yolu olan ağız yolunu temizlemek için bitki çaylarımıza papatyayı da biraz eklemeyi ihmal etmeyelim.
  
 Sağlıklı keyifli günler dilerim.. :)

Gıda Dosyası

  Üniversiteye başladığımdan beri sağlık ve sağlıklı yaşama dair araştırmalar hayatımın bir parçası oldu. 2 seneyi geçkin bir süredir de özellikle gıdalar ve gıdalardaki katkı maddeleri ile ilgili yoğun araştırmalar yapıyorum. Bizim mutfaklarımıza güvenerek soktuğumuz markaların bile aslında yüzde yüz güvenilir olmadığını farketmemle beraber kendime büyük bir kısıtlama getirdim ve ambalajlanmış hiçbir şey yememe kararı aldım. 2 senedir de bu şekilde hiçbir hazır gıda tüketmedim. Daha sonra araştırarak güvenilir olabileceğini saptadığım sadece birkaç tür yiyeceği yenebilir listeme dahil ettim. Bu konularla ilgilenen arkadaşlar için bunları zamanla paylaşacağım.
  
 " Katkı maddesi deyince, normalde gıdanın besleyici unsurlarından olmadıkları halde, gıda üretiminde teknolojik işlemlere yardımcı olma, bozulmayı önleme, dayanıklılığı arttırma, besleyici değeri muhafaza etme, renk, görünüş ve lezzet gibi duyusal özellikleri düzeltme ve koruma gibi değişik amaçlarla besinlere katılan maddeler akla gelir. Bu tür maddeler çok eski zamanlardan beri kullanılmaktadır. Eski insanlar gıdalarını tütsüleyerek, sirke ile, yanmış kükürtle, salamura yapmak suretiyle korumaya çalışmışlardır. Bazen gıdalarını böcek kabuklarını ezerek elde ettikleri kırmızı boya (günümüzdeki ismi cochineal) ile bazen safran gibi bitkisel renk vericilerle renklendirmişler, ayrıca jelatin veya arap zamkı(sakızı) gibi maddelerle de kıvamlandırmışlardır. 
  Zaman içinde katkı maddelerinin sayıları çok artmış fakat kullanım amaçları sınırlı kalmıştır. Bu maddelerin bazıları tabii maddelerdir (hayvani veya bitkisel menşeli), bazıları ise sentetiktir yani suni olarak üretilerek elde edilir. Bu maddelerin kullanılabilir olması için bir çözücü ortam içerisinde dağılması gerekmektedir. Ve bunların her birinin çözücü ortamları da değişik olabilir. Bazı maddeler suda kolayca eriyebilirken, bazı maddeleri çözmek sadece alkol ile mümkün olur. Günlük hayatımızda farkında olarak veya olmayarak yüzlerce çeşidini tükettiğimiz bu maddelerin elbette bir kısım yararları söz konusudur. Ancak bazılarının insan sağlığı ve inanç yönünden risk taşıdığı bilinmektedir. İçtiğimiz kaynak suyunun bile insan sağlığı açısından sorgulandığı günümüzde bu konu üzerinde önemle durmak gerekmektedir."
Prof. Dr. Hasan Doğruyol'un Gıdalardaki Katkı Maddeleri Ve Zararları (Nobel Tıp Kitabevi) kitabından alıntıladığım bu bölümde genel olarak katkı maddelerine bir bakış getirdikten sonra, gıda gruplarını ayrı ayrı inceleyerek taşıdıkları riskleri ele alacağım.
Aynı kitapta dikkatinizi çekeceğine inandığım çok önemli bir bilgi zikrediliyor: Katkı maddelerinin kullanımı dünya ölçeğinde yıllık 200.000 tona ulaşmış, ve kişi başına tüketim yılda yaklaşık 5-6 kilogrammış! Laboratuvarda karşılaştığım emülgatör olarak kullanılan birçok maddenin görünüşleri asla yenilebilir veya yenebilen birşeye katılabilir gibi değildi,  hatta birçoğunun kokusu bile saniyeler içinde midenizi bulandırabilirdi. Üstelik bu maddelerin çoğu allerjik, toksik-zehirli, teratojen-anne karnındaki bebeğin gelişimini bozucu-, ve karsinojen-kanserojen etkilere sahiptir. Bu maddelerden yılda 6 kilogram yediğinizi düşünebiliyor musunuz?!
  Bu girişten sonra belirlediğim bazı gıdalar üzerinde katkıları incelemeye çalışacağım. Bunlar arasında peynirler, yağlar, yoğurtlar var. Sizin merak ettikleriniz varsa ayrıca araştırıp yeni bir başlıkta inceleyeceğim.
Bunların dışında, katkı maddelerinin kalp-damar sistemi üzerindeki etkileri, çocuk hiperaktivitesi, kanserojenlik ve geni değiştirilerek üretilen maddelere de değineceğim. Lütfen sorularınızla katkıda bulunmaktan çekinmeyin.
Sağlıklı günler dilerim...

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails